27. Sayı: "Küfür Devam Eder, Zulüm Devam Etmez!"Bu Sayıyı Satın Al
Konu resmiTarih Penceresinden

1 Şubat 630 (11 Şevval 8) Huneyn Gazvesi Hevazinliler ve Sakîfliler'e karşı yapılmıştır. Rasulullâh (a.s.m.), Mekkeli Müslümanlardan yeni katılan 2.000 kişi ile birlikte asker sayısı 12.000'e ulaşan ordusuyla Mekke'nin fethinden onyedi gün sonra 6 Şevval 8 (27 Ocak 630) tarihinde yola çıktı. 11 Şevval 8 (1 Şubat 630) Perşembe günü Evtâs'a yönelen İslâm ordusu geceleyin Huneyn'e ulaştı ve burada şafak sökünceye kadar bekledi. Havanın henüz karanlık olması yüzünden pusudaki düşmanların yerini tesbit etmek çok zordu. Bunun yanı sıra ürken at ve develerin meydana getirdiği karışıklık ve panik havası Sahâbelerin öncü birliğinin dağılmasına, merkezdeki birliklerin de düzensiz bir şekilde geri çekilmesine sebeb oldu. Öyle ki, Peygamber Efendimizin etrafında çok az sayıda asker kaldı. Kur'ân-ı Kerîm'de bozgunun sebebi olarak Müslümanların sayı bakımından kendilerini üstün görmesine, dolayısıyla Allâh'a tevekkülün tam ma'nâsıyla gerçekleşmemiş olmasına dikkat çekilmiş, fakat yaşanan acı tecrübeden sonra Allâh'ın ma'nevî desteğiyle zaferin kazanıldığı ifâde edilmiştir (Tevbe 9/25-26). Dağılan ordu Rasulullâh'ın (a.s.m.) uyarısı, cesur ve kararlı müdâhalesiyle kısa zamanda toparlandı ve şiddetli bir savaştan sonra zafere ulaşıldı. (www.sonpeygamber.info) Huneyn'in başlangıcında meydana gelen bu yenilginin hikmetleri de 7. Lem'ada anlatılmaktadır. İslâm ordusu, Huneyn'den hemen sonra Taif'i kuşatmış, ancak ele geçirememiştir. 10 Şubat 1918 Sultan 2. Abdülhamid'in vefatı İslâm halifelerinin 99.'su ve Osmanlı sultanlarının 34.'südür. 1876'da tahta çıkmış, 1909'a kadar Osmanlı'nın ve İslâm âleminin en zor zamanlarında 34 sene padişahlık yapmıştır. Hakkında en çok kitab yazılan ve araştırma yapılan Osmanlı padişahıdır. Filistin'in Yahudiler'e karşı korunması hususunda yaptığı mücadeleler, hâlâ minnetle anılmaktadır. 4 Şubat 1926 İskilipli Atıf Hoca'nın idam edilmesi 1875'de Çorum'a bağlı İskilip ilçesinde doğmuştur. 1902 senesinde İstanbul'da müderrisliğe başladı. 1906'da Kabataş Erkek Lisesi Arabça muallimliği görevine getirildi. 1910'da Medreselerin Genel Müfettişliğine atandı. 1919 yılında Dâr-ül Hilafet-i Âliye medresesi umum müdürlüğü ve Medreset-ül Kudat'ta (Hakimler okulu) Hikmet-i Teşriiyye (kanun yapma hikmetleri) dersi müderrisliğine getirildi. Frenk Mukallidliği ve Şapka isimli kitabı sebebiyle idama mahkum edildi. Rivayete göre Japon büyükelçisi Uçida kendisini ziyaret ettiğinde, Atıf Hocaya şöyle söylemiş: Sizin gibi birkaç hoca daha olsaydı, İslâmiyet bütün Doğu'yu, bu arada Japonya'yı da fethederdi. 15 Şubat 1989 Afganistan'daki Rus işgalinin sona ermesi Sovyetler'in Afganistan'da 9 yıl süren askeri varlığı son Sovyet birliklerinin çekilmesiyle sona erdi. Yaklaşık 1 milyon Afganlının hayatını kaybettiği savaşta, 15 bin Rus askeri öldü. 5 milyon Afganlı da ülkesinden göç etmek zorunda kaldı. 17 Şubat 1871 Şeyh Şamil'in vefâtı AYRICA BAKINIZ: İrfan Mektebi, Şubat 2008 1797'de Kafkasya'da dünyaya gelen Şeyh Şamil, Çeçenistan'ı işgal eden Rusya'ya karşı yapılan direnişin 3. imamıdır. Günümüzde Çeçenlerin hâlâ Rusya'ya karşı verdikleri mücadelenin sembol ismi hâline gelmiştir. Şeyh Şamil ve bir avuç Çeçenin, Dünyanın en büyük kara ordularından birini Çeçenistan topraklarından püskürtmesi, dillere destan olmuştur. 26 Şubat 624 (1 Ramazan 2) Ramazan Orucunun farz kılınması ve Teravih Namazının kılınmaya başlanması Bakara Suresi 183-185. Âyetlerin Hicrî 2. senenin Şaban ayında nâzil olmasıyla birlikte Ramazan orucu farz kılınmış, ve aynı senenin Ramazan ayının 1. gününden itibaren ilk oruçlar tutulmaya başlanmıştır.  28 Şubat 1424 Molla Fenari'nin ilk Osmanlı Şeyhülislamı olması Osmanlı Devletinin ilk şeyhülislâmıdır. İsmi Muhammed olup, lakabı Şemsüddîn'dir. 1350 senesinde Fener köyünde doğdu. Molla Fenârî, uzun zaman Bursa'da kalan ve Somuncu Baba diye tanınan Hâmid-i Aksarâyî Hz.'den ilim ve feyz aldı. Bursa'da müderrislik ve kâdılık yapan Molla Fenârî, kazzazlık (ipekçilik) yaparak da nafakasını temin etmeye çalıştı ve kazandığı paralar ile çok hayrât ve hasenâtta bulundu. Kale'de, Manastır mahallesinde ve Debbâğlar semtinde olan mescidler ile, Pınarbaşı'ndaki Dâr-ül-hadîs, onun yaptırdığı eserlerdendir. Kudüs'te de bir medreseyi satın alıp, masraflarını, Anadolu'da yaptığı vakıfların gelirinden karşılamıştır. Kendisinden sonra geriye on binden fazla kitâbı ihtivâ eden bir kütübhâne bırakmıştır.

İdare İdare 01 Şubat
Konu resmiDivitin yanında mı?

Bir gün Peygamber Efendimiz Ashâbıyla sohbet ederken, yanında bulunanlardan Hz. Hilâl (ra)'a: Divitin yanında mı?, diye sormuşlar. Onun hayır demesi üzerine: Yâ Hilâl, Diviti (kalemi) yanından ayırma, zîrâ kıyâmete kadar hayır divittedir, buyurmuşlardır.  Yazıda dikkat edilmesi îcâbeden hususlardan biri yazının güzel ve düzgün olmasıdır. Güzel yazı, yazanın ruhunun huzur ve sükununu aksettirir ve okuyanı rahatlatır. Sinirli ve acele yazılan bir yazı hemen belli olur. Okuyanı rahatsız eder. Yazandan başkasının okuyamadığı bir yazının, sahibinden başkasına faydası olmaz. Yanlış anlamalara sebep olacak imlâ ve harf hatalarından sakınmak îcâbeder. Yanlış bir noktanın bile yanlış mânâlara sebep olabileceği ehlince malumdur. Güzel yazı rızık genişliğine sebep olur. Peygamber Efendimiz (s.a.v) bir hadîs-i şeriflerinde şöyle buyurur: Size hüsn-i hattı (güzel yazıyı) tavsiye ederim, zira o, rızkın anahtarıdır. Evlatlarınıza yazıyı öğreterek ikramda bulunun. O en mühim işlerdendir. RÛHU'L-BEYÂN, 7/314

İdare İdare 01 Şubat
Konu resmiEvrim Teorisi ve Modern Bilim

Evrimin iki temel teorisi vardır. Birisi doğal seçilim (natural selection), diğeri ise türlerin evrimleşerek yeni türlere dönüşmesi (development of species)dir. Önce bu iki kavramı kısaca tanıyalım. (Buradan sonra anlatacaklarım benim değil, Darwinizm'in ifadeleridir.) DOĞAL SEÇİLİM Her canlı, ister tek hücreli bakteri olsun, ister bikti olsun ister hayvan olsun, bulunduğu ortamın şartlarına uyum sağlar. Hayatını ve neslini tehdit eden etkenlerle savaşır. Mağlup olanların hem kendileri, hem nesilleri yok olur. Galip olup yeni şartlara uyum sağlayanların nesli, devam edebildiği için yeni oluşan tür artık eski zayıf karakterleri taşımaz olur. Buna örnek olarak ise şu misaller verilir: Afrika'nın çöllerinde yaşayan insanlar güneşten yanıp karardıkları ve ancak orada siyahlar rahat yaşayabildiği için açık renkli deriye sahip olan insanlar o bölgede yaşayamamışlar dolayısı ile nesilleri devam etmemiştir. Bu yüzden sıcak ekvator kuşağında sadece zenciler yaşamaktadır. Diğer bir misal ise, aynı bitki türünün ılık bölgede yetişenleri soğuğa dayanıksız, soğuk bölgede yetişenleri ise soğuğa dayanıklı olmaktadırlar. Bu durum çok sayıda bitki türü için son derece yaygın bir durumdur. Yani soğuğa dayanıklı olmayanlar hemen ölmüş nesilleri devam etmemiş, dayanıklıların nesli devam ettiğinden doğal seçilim olmuştur. Darwin, bu uyum kabiliyetinin her zaman kalıtımla bir sonraki nesile aktarıldığını iddia etmiş ise de gerçekte bunun her zaman olmadığı görülmüş ve neo-darwinistler kalıtımla bazen geçmese de canlılardaki uyum yeteneği bir doğal seçilim durumudur diyerek açık kapı bırakmışlardır. Bunun da en çok verilen örneği, kas güçlendirici çalışma yaparak kaslarını geliştirmiş birinin, çocuğunun gelişmiş kaslarla doğmaması durumudur. MUTASYON Tür değişimi kısmına geçmeden mutasyon kavramına bakmak gerekiyor. Çünkü Darwin'e göre aradaki sihirli basamak budur. Canlılar kendi genetik özelliklerini nesillerine gen denilen protein yapıları vasıtasıyla aktarırlar. Bazen bu genlerde değişiklikler olur. Bu değişikliklere sebep; bazen ilaç, zehir gibi kimyasal faktörler, bazen de ısı, radyasyon gibi fiziksel faktörlerdir. Radyasyona maruz kalan birinin çocuğunun sakat doğması, bazı ilaçların doğacak çocukta bazı hasarlara yol açmasının sebebi genlerde oluşan mutasyon'dur. Bunun insan eliyle yapılan bir örneği de şudur: E.Coli basili (hani şu kirli sularla insanı hasta eden) bir mikroptur. Bu mikrobun özelliği çok hızlı üremesi ve protein üretmesidir. Bu bakterilerin protein üretilmesine sebep olan gen dizisi, insanın insülin proteini üretimi için gerekli olan gen dizisiyle değiştirilmekte ve çok miktarda insan insülini kolayca elde edilmektedir. Günümüzde şeker hastalarının insülin ihtiyacı bu şekilde karşılanmaktadır. Canlının türü değişmez ama yapısı değişmiş olur ve bunların nesilleri de aynı şekilde insülin üretirler. Bu da bir sun'i mutasyondur. Özel amaçlar için insanlar tarafından gen mühendisliği marifetiyle oluşturulanlar hariç mutasyonlar hemen hemen her zaman bozucu yönde etki yapar. Yani radyasyona maruz kaldığı için daha güçlü bir yavru olduğu hiç görülmemiştir. TÜR DEĞİŞİMİ Darwinizmin buraya kadar anlattıklarında çok büyük yanlışlar yoktur. Bazı yorum farkları olabilirse de genel itibariyle doğrudur. Zaten tartışmalar bu noktadan sonra başlamaktadır. Darwinizm diyor ki; yeryüzündeki tüm canlılar, bakterilerden hayvanlara kadar (onlara göre insan da bir çeşit hayvandır) hepsi aynı atomlardan, çok benzer moleküllerden meydana gelmektedirler. Her canlı hücrelerden oluşmaktadır. Hücreler temel olarak çok benzer faaliyetler göstermektedir. Bu durum aralarında bir ilişki olduğunu düşündürür. Mutasyonlar, genetik yapıyı değiştirirler ve bir sonraki nesle kalıtım yoluyla geçerler. Mutasyonlar (insan eliyle yapılanlar hariç) tesadüfi değişikliklerdir. Her zaman bozucu olacak diye bir kaide yoktur. Tesadüfen daha iyi özellik kazandıracak şekilde de olabilir. Bu mutasyonun zatında mümkündür. Bu mutasyonların arka arkaya çok sayıda iyi yönde olması bir türün yeni bir türe evrilmesine zemin hazırlamış olabilir. Zaten doğal seçilim kuralı, sadece iyi mutasyonların devamına izin verir. Bu şekilde türler birbirlerine değişmiş olabilirler. Buradaki meşhur misallerden biri ise şudur: Bazı göllerde yaşayan balıklar yakınlarında bulunan ağaçlardaki hayvanlarla beslenir. Bu balıklar sudan adeta uçarak çıkar ve daldaki avını alıp suya döner. Bu sırada yüzgeçlerini de kanat gibi kullanırlar. Bu balıklar zaman içinde bazı mutasyonlara uğrayıp o yüzgeçleri kanat olmuş ve kuşa dönüşmüşlerdir. Kanatları daha gelişkin olanlar doğal seçilim ile çoğalmış kuş olmuşlardır. Evrim Teorisi denilen şey kısaca, böyle bir varsayımlar ve ihtimaller dizisidir. Ancak modern bilim dünyası bu teoriyi o kadar mantıklı ve mükemmel bulmuştur ki, canlıların ortaya çıkışı ve çeşitlenmeleri daha iyi izah edilemez diyerek dört elle sarılmıştır. Bu teoriye göre evrim cetveli oluşturulmuş ve her canlı o cetvelde kendi evrim sırasına yerleştirilmiş o tarzda da isimlendirilmiştir. Canlılar bu teoriye göre derecelendirilmiştir. Bu cetvelde insan diye ayrı bir sınıf yoktur. Hayvan sınıfının en sonuna insan (homo sapiens sapiens) konulmuştur. Homininae altfamilyasında hominini ve gorillini diye iki tür vardır. Gorillini türünde goril bulunur. Hominini türünde ise insan ve şempanze vardır. İşte insan, maymundan geldi tabirinin esas çıkış yeri burasıdır. Bulunan bazı fosiller de ara türler olarak bu tabloya yerleştirilmiş tahminen şu kadar yıl önce yaşamıştır tabirleri ile süslenmiştir. Fosillerin bazılarının kafadan uydurulduğu veya varsayıldığı daha sonra açıklanmıştır ama her şeye rağmen, canlıların dünyaca kabul edilen tek sınıflaması budur. Öyle ki, canlıların bilimsel ve teknik tanımlaması için kullanılan başka bir dil de ne yazık ki yoktur. ANTİ-DARWİNİSTLER Modern bilim dünyası içinde aslında çok sayıda da anti-darwinist vardır. Bu bilim adamlarının çok sayıda haklı itirazları bulunur. Ancak en temelde, mutasyon iyi de olabilir ihtimali son derece zayıf bir ihtimaldir. Arka arkaya cereyan etmesi ise, olasılık bilimi açısından imkânsız kabul edilecek derecede küçük sayılara tekabül etmektedir ki, bu kadar minik bir ihtimale göre teori geliştirmek mantık sınırını zorlamaktır. Hatta bazıları, tür değişimini mutasyon üzerinden kabul edeceksek ileriye doğru değil geriye doğru işletmek gerekir diyerek ters evrimi savunmaktadır. Bazıları ise, tür değişimi asla olamaz. Her canlı müstakil olarak ortaya çıkmıştır. Bir milyon yıl önce ne idilerse şimdi de odurlar diyerek değişik bir görüş bildirmektedirler. Yani kısacası nasıl Darwinistler bir çeşit değilse, anti-darwinistler de tek çeşit değildir. Bir de mükemmellik tartışması vardır ki o da hakikaten evlere şenliktir. Anti-darwinistler her canlı en mükemmel hali ile ortaya çıkar derler. Ve yine her canlı kendi ihtiyacına göre donatılmıştır.  Türler evrilerek gelişse, evrim basamağında yukarıdaki canlılar aşağıdakilerden her zaman daha iyi özelliklere sahip olurdu. Bu her zaman böyle değildir. Mesela, kartalın gözleri, insanınkinden çok daha gelişkin ve keskindir. Darwinistlere göre ise mükemmellik yoktur. Her canlı hayatını sürdürecek ve neslini çoğaltacak kadar özelliğe ancak sahiptirler. Bu da sürekli bozulma eğilimindedir. Onlara göre eğer mükemmellik olsaydı, hastalıklar ve ölüm olmazdı. İSLAMİ GÖRÜŞ VE TABİAT RİSALESİ  Bediüzzaman Said Nursi'nin (KS) Tabiat Risalesi namındaki eseri bu konuda olması gereken yaklaşımı çok net biçimde ortaya koymuştur. Bu eserde, mevcudatın özellikle de canlıların, meydana gelişlerinde dört ihtimal vardır. 1- Sebepler yapar. 2- Tabiat yapar. 3- Kendi kendine olur. 4- Bir yaratıcı vardır ve o yapar. Beşinci ihtimal ise aklen yoktur. Üçünün imkansız olduğu ortaya konulsa dördüncü ihtimal mecburen kabul edilir diyerek gerçekten modern bilimin karşı çıkması teknik olarak imkansız bir yaklaşım ortaya koymuştur. Bu yaklaşımdan önce bu konuya eğilen islam âlimleri genelde Allah'ın varlığı ve mahlukatın yaratıcısı olduğunu ispat yönüne gitmişlerdir. Fakat bu yöntemin hiç bir ispatı kabul etmem diyen modern bilimcilere tabii olarak pek bir tesiri olmamıştır. Buradaki ilk üç ihtimal, modern bilimin karışık olarak kullandığı kavramlardır. Çoğu kimse bunların net ayrımlarını bile yapmaz. Birbiri yerine de çoklukla kullanır. Hepsi de birbirinden saçma ve imkânsız durumlar olduğu halde, koca kafalı çok bilim adamları, bu içi boş kavramları süslü isimlendirmelerle kullanırlar. Çünkü modern bilimde, bir durumun isimlendirilmesi artık onun ayrıca izah edilmesine ihtiyaç bırakmaz! İlk duyan için son derece saçma olan bu yaklaşım günümüzde son derece yaygın bir uygulamadır. Bu hadisenin tıp biliminde son derece komik bir örneği ise şudur: Hakkında hiç bir şey bilinmeyen hastalıklara idyopatik denir. Bu onun, muamma olma yönüne hiç bir katkıda bulunmaz ama artık onun bir ismi vardır ve bu da doktorlar için yeterlidir! Bir de modern bilimde genellikle çok küçük ayrıntılar ile uğraşılır. Merak edilen esas konu, işin felsefesi değil hep teknik yönüdür. Felsefi yönü üzerine fazla giderseniz modern bilim sadece nasıl sorusuna cevap arar, niçin sorusuna değil. Niçin sorusu ile bilim değil, felsefe uğraşır diyerek konuyu kapatırlar. Gerçekte her durumda niçin sorusunun cevabı nasıl sorusunun cevabından çok daha önemlidir. Hatta, niçin sorusunun cevabı bulunmadan hiç bir şey tam anlaşılmış olmaz, ama bu durum hiç kimsenin umurunda da değildir. Bu konuya verilen bir misal şudur: İnsan, kendini yarı baygın halde hiç bilmediği bir gemide bulsa ne yapar? Kalkıp etrafına bakar. İlk merak edeceği sorular şunlardır: 1- Beni buraya kim getirdi? 2- Ne için getirdi? 3- Bu gemi nereye gidiyor? Normal akla sahip birisi bu üç sorunun cevabını bulmadan asla rahat edemez. Başka bir adam da kendine gelince hemen kazan dairesine inip bu gemi acaba nasıl çalışıyor, ne yakıt kullanıyor, bu geminin boyu ne kadar, eni ne kadar, hangi maddelerden ve ne zaman inşa edilmiş?.. gibi sorulara cevap bulmak için uğraşsa ve bütün hayatını bunlara feda etse herkesçe ahmak olduğuna hükmedilmez mi? Maalesef, modern bilim denilen sistemin durumu, ikinci ahmak adamdan pek de farklı değildir. Netice itibariyle: Hayatın ve canlıların geldiği yer gibi gittikleri yer de önemlidir. Bizi bu dünya gemisine kim getirdi? Ne için getirdi ve ne istiyor? Nereye gidiyoruz? Sorularına cevap bulmadan hiç bir şeye gerçekten cevap bulunmuş sayılmaz. Dünyanın ve kâinatın enini boyunu bilmek, madenlerini tartmak bu noktada hiç bir işe yaramaz. Yanlış bir şeyin, her tarafı yanlış olması gerekmediği gibi, doğru olan bir şeyin de her tarafı doğru olması gerekmez. Burada hüküm vermek için neticeye bakılır. Evrim teorisinde doğru gözlemler ve izahlar da elbette vardır. Ancak çıkardığı neticeler çoğunlukla yanlış ve yanıltıcıdır. Modern bilim de çok sayıda yanlış ve eksik yaklaşımlar ile doludur. Genele bakmaz, ayrıntılarda boğulur. Ve bu hali ile insanlığa yön belirlemek ve yol göstermek misyonundan çok uzaktır. Gidilen yönle ilgilenmeyen bir bilimin nasıl bir yol gösterici vasfı olabilir. Hakiki dinden uzak bilim; her şeyden şüphelenmeyi, bilimden uzak din ise asılsız hurafelere saplanmayı netice verir. İnancı bilimin karşısına değil, yanına koymak gerekir. Ancak o zaman hakiki mürşit olur. Bir durum hakkındaki teorilerden hiç biri ispat edilemiyorsa, izahı en kolay, en akla yakın ve en kolay kabul edilecek olanı tercih edilir, en tekellüflüsü değil. Hiç rastlanmamış bir ihtimale, sadece vehmî bir ihtimal diye, üstelik bir de bunun arka arkaya olabileceği ihtimaline teori bina etmek son derece mantıksızlıktır. Bu dünyada gerçek mükemmellik olmadığı doğrudur. Ancak bu, herşeyin kendi kendine olduğuna değil, bu hayatın geçici olduğuna delalet eder. Hastalık ve ölüm, hayatın hataları değil tabii seyridir. Bu tür şeyler gerçekten tesadüfi olsaydı hiç hasta olmayan ve hiç ölmeyen insanlar da olmalıydı. Çünkü bu da zatında mümkündür ama hiç gerçekleşmemiştir. Ayrıca insan vücudunda işleyen binlerce mekanizmadan birinin bozulması ile hastalık olmaktadır. Bu bozulmalar gerçekten tesadüfi olsaydı, bu sistemlerin yarısının sürekli bozuk olması gerekirdi. Üstelik bozulmalarına sebep olacak haller, düzgün devam etmesine sebep olacak hallerden kat be kat fazladır. Hastalık normal durum, sağlıklı olmak enderi nadirattan bir istisna olurdu. Hâlbuki cari durum tam tersidir. Sağlıklı olmak normal, hastalık istisnadır. İnsan popülâsyonunun en çok %10'u hasta olmaktadır. Geri kalan %90 sağlıkla hayatına devam etmektedir. Bu da hastalıkların tesadüfen olmadığını, frenleyici bir iradenin varlığını gösterir. Her canlı hayatını sürdürmesi ve neslini devam ettirmesi için kendine ihtiyaç olacak özellikler ve bilgi ile dünyaya gelir. Nesillerine herşeyi aktarırlar ancak bilgi aktaramazlar. Bunun tek isitisnası insandır. İnsan yaşadıkça öğrenir, bazı tedbirleri almazsa ne hayatını devam ettirebilir, ne de neslini. Ama sonraki nesillere bilgilerini aktarırlar. Evrimdeki canlı silsilesi yanlışlarla ve acayipliklerle doludur. Kanat sahibi olup uçmak çok üstün bir özellik olduğu halde kuşlar, memelilerden daha alt basamaktaki varlıklardır. Balıklar, kuşlardan daha alt basamaktadırlar ama yunus balığı sırf üreme sistemi farklı olup memeli olduğundan kuşlardan daha yukarıdadır. Şu an için bu saçma sistemin kullanılmasının tek sebebi aslında elde bir alternatif olmamasıdır. Evrim tablosuna göre en yakın komşumuz olan şempanzeye kısmen görüntümüz (?) dışında hiç bir şeyimiz benzemez. Mesela insan insülinine en yakın yapı, dana ve domuz insülinleridir. Şempanzeninki ile hiç benzerlik taşımaz. Siroz hastalarına hayvanlardan karaciğer nakli yapılması çalışmalarında şempanze denemeleri son derece başarısız olmuş, koyun ile yapılanlar daha iyi sonuçlar vermiştir. İnsanın kalem tutup yazı yazmasını ve dolayısı ile ilim sahibi olmasını sağlayan adduktor pollicis brevis adelesi insandan başka hiç bir canlıda yoktur. Tesadüfen orada oluştuğuna inanmak hakikaten akıldan istifa etmekle ancak mümkündür. Velhasıl, sadece evrim teorisi değil modern bilimin kendisi de son derece zayıf temellere oturmakta ve ayrıntılarla uğraşıp durmaktadır. Evrim fikrinin ortadan kalkması, modern bilim sisteminin de topyekün sorgulanması anlamına geleceğinden buna kimse razı olmamaktadır. İnanç ile bilimin düşman değil dost olduklarını göstermek ve bu temelde yirmibirinci yüzyıl bilim dünyasını şekillendirmek, hakiki manada yol gösterici haline getirmek, bu asrın iman sahibi bilim adamlarının omuzunda bir vebal ve önlerinde en öncelikli vazife olarak durmaktadır. Karanlığa söverek aydınlık olmaz, bir mum yakmak gerekir. Evrim tablosuna göre en yakın komşumuz olan şempanzeye kısmen görüntümüz (?) dışında hiç bir şeyimiz benzemez. Mesela insan insülinine en yakın yapı, dana ve domuz insülinleridir. Şempanzeninki ile hiç benzerlik taşımaz. Siroz hastalarına hayvanlardan karaciğer nakli yapılması çalışmalarında şempanze denemeleri son derece başarısız olmuş, koyun ile yapılanlar daha iyi sonuçlar vermiştir. İnsanın kalem tutup yazı yazmasını ve dolayısı ile ilim sahibi olmasını sağlayan adduktor pollicis brevis adelesi insandan başka hiç bir canlıda yoktur. Tesadüfen orada oluştuğuna inanmak hakikaten akıldan istifa etmekle ancak mümkündür. Bir durum hakkındaki teorilerden hiç biri ispat edilemiyorsa, izahı en kolay, en akla yakın ve en kolay kabul edilecek olanı tercih edilir, en tekellüflüsü değil. Hiç rastlanmamış bir ihtimale, sadece vehmî ihtimal diye, üstelik bir de bunun arka arkaya olabileceği ihtimaline teori bina etmek son derece mantıksızlıktır.

Zakir GÜLER 01 Şubat
Konu resmiİlâhî Kelâm'a hizmet eden kalem

‘Kalem' ve ‘yazdıkları' ve dahi ‘yazıcılar' hep kıymetli olageldi. Kıyâmete kadar da hayır kalemde ve kalemi kullananlarda olacaktır. Tek şartla: İlâhî Kelâm'a hizmetkâr olabildikleri ölçüde.Bu yüzden çok yazdım! Mektubât müellifi, İmam-ı Rabbânî'ye çok uzun yazmasının sırrını sorduklarında şöyle cevap vermiştir: Bize bütün yazılarımızın âhir zamanda gelecek olan Mehdî tarafından okunacağı ve hepsini makbul bulacağı bildirildi. Bu yüzden çok yazdım.  Yeni harfler, eski harfler Hattat Hamid Aytaç merhum, 1973 yılında Paşabahçe Cam Fabrikası'nda tabaklar üzerinde hat yazarken, bir askeri heyet gelip fabrikayı gezmiş. Heyetten bir Albay, Hattat Hamid Beyin çalışmasını görüp yanına yaklaşarak: Hocam! Bu yeni harfleri eski harflerin üslubuna sokamaz mıyız? diye sorunca Hamid Bey: Benim ömrüm kâfi gelmez. Şu gördüğün yazılar benim yazım değildir. Bunun koca bir tarihi var. Ta Devr-i Saadet'ten bugüne kadar, binlerce zekâ bunun üzerine emek vermiştir. Tekemmül ede ede bugüne gelmiştir. Bunun üzerinden bu şekil bir tarih geçerse, o zaman olabilir diye cevap vermiştir. Merhum Hatib Mehmed Hatib Mehmed (Rahmetullahi Aleyh) namında ciddî bir ihtiyar talebe, İhtiyarlar Risalesi'ni yazıyordu. Tâ Onbirinci Rica'nın âhirlerinde merhum Abdurrahman'ın vefatının tam mukabilinde, kalemi Lâ ilahe illâ hu yazmış ve lisanı dahi Lâ ilahe illallah diyerek hüsn-i hâtimenin hâtemiyle sahife-i hayatını mühürlemiş, Risale-i Nur talebelerinin imanla kabre gireceklerine dair olan işarî beşaret-i Kur'âniyeyi vefatıyla imza etmiş. (Rahmetullahi Aleyhi Rahmeten Vâsia.) Âmin. Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 23, Bedîüzzaman Said Nursî Milletlerin hâfızası Milletlerin tarihleri onların hafızasıdır. Tarihi ve kültürüyle bağlarını koparan bir millet hafızasını kaybeden kimse gibi şaşkın olur. Ecdâdımızın bin bir emekle mum ışığında yazdığı muazzam eserler, kütüphanelerin tozlu raflarında Müslümanların alakasını beklemektedir. Bu kitaplardan istifâde, İslâm harflerini bilmekle mümkündür. Bu hususta ihmal ve gevşeklik büyük mesuliyeti mucibdir. Büyüklerimizin emsalsiz eserlerini okuyup anlayabilmek için Osmanlıcayı okumaya ve anlamaya gayret göstermek icâbeder.

İdare İdare 01 Şubat
Konu resmiÇamura düşen mücevherler...
İnsan

Emekli öğretmenlerin meşgalelerinden biri de hatıralarını yazmaktır herhalde. Zira öğretmenlik mesleği hatıralarla geçirilen bir ömürdür adeta. Aslında hayatımızın her bir günü, her bir saati, her bir dakikası hatıradan başka nedir ki? Ama bunların çoğunu kayda değer bulmayız. Ölüme terk ederiz onları. Bir kısmı da vardır ki derin izler taşır hayatımızdan. Onları yazmak ve gelecek nesillerle paylaşmak gerekir ta ki yok olmaktan kurtulsunlar. Karanlığa tutulan bir lamba, bir ışık olsunlar gelecek nesiller için. Bu duygu ve anlayışla bir hatıramı sizinle paylaşmak istiyorum. Yıllar öncesinde bir lisede görev yapıyordum. Şimdilerde ne zaman o lisenin önünden geçsem nice hatıralar gözümde canlanır. Okul bahçesi, koridorlar, sınıflar… Bereketli, nice güzel çalışmalarımıza şahittir. Onun içindir ki eski okulumu gördükçe; yılların geçip gitmesine yanıp eyvahlar, oflar, ahlar yerine hamdler, şükürler ederim. Oradaki hizmetler bana keşke kelimesini unutturmuştur adeta. Okul müdürü beni, ilimizin kurtuluş günü münasebetiyle düzenlenen gençlik şöleninde görevlendirmişti. 40-50 öğrenciyi kapalı spor salonuna götürücektim. Diğer okullardan gelen öğrencilerle beraber bir müzisyen eşliğinde eğlenecekler, düşman işgalinden kurtuluşumuzu kutlayacaklardı(!). Bu görevlendirme canımı epey sıkmıştı ama yapacak bir şey de yoktu. Akşam yemeğinden sonra öğrencileri spor salonuna götürdüm. Okulumuz için ayrılan yere yerleştirdim onları. Değişik okullardan gelen binlerce öğrenci toplanmıştı oraya. Gençler… manevî güzelliklerin kendilerine ulaşmasını bekleyen gençler… Onlara ulaşamamanın acısı adeta yüreğimi yakıyordu. Akıp giden selin içinden birkaç değerli mücevheri çıkarmak, onların kaybolup gitmelerini önlemek için çırpınıp duruyordum.    Öğrenciler kendilerine ayrılan yerlere oturduktan sonra bir öğrencimi yanıma çağırdım. Salon çok gürültülü olduğu için dışarı çıktık. Mis gibi güzel bir hava vardı dışarıda. O öğrencimle şenlik programı bitinceye kadar konuştuk. Dilimin döndüğü, aklımın erdiğince anlattım birtakım güzellikleri ona. Izdırari lisanla yaptığım dualarım kabul görmüş olacak ki Rabb'im o genci anlattığım güzelliklerle nasiplendirdi. Beni de sevindirmekle hem hizmet lezzetini tez elden tattırdı hem de yüreğimdeki ateş bir nebze soğumuş oldu. Şimdi o gencimiz, bizlerle beraber nice güzelliklere imza atıyor. Bu hatıradan çıkarılabilecek birkaç neticeyi paylaşmakta fayda mülahaza ediyorum: İnsanın olduğu her yerde hizmet potansiyeli de vardır. İnsanlarımıza, gençlerimize bu düşünceyle ve bu bakış açısıyla nazar etmeliyiz. Bir insanımıza daha Rabb'imizi tanıtmak, Peygamber Efendimizi sevdirmek, Kur'ân hakikatlerini öğretmek bizleri en ziyade mesrur eden bir durum olmalıdır. Zira şu fani dünyanın en sevimli yanı, içinde cennet lezzeti olan Kur'ân ve iman hizmetine evsahipliği yapmasıdır. Bediüzzaman Hazretleri'nin ifadesiyle; Bazen bir kelime sebeb-i necat olur. Yani, bazen bir kelime bir kimsenin kurtuluşuna vesile olabilir. Bizler o, bir kelimeyi söylemekle şu hadis-i şerifin müjdesine nail olabiliriz: Yâ Ali! Allah senin vasıtanla tek bir kişiye hidayet ederse; Allah'a yemin ederim ki o, senin için kızıl develere sahip olmaktan daha iyidir.(1) Hangi durumda ve şartta bulunursak bulunalım; hizmete açılan bir pencere, bir kapı mutlaka vardır. Önemli olan o kapıyı arayıp bulmak ve kapıyı açmak için -ufak da olsa- bir gayretin içine girmektir. En olumsuz şartlarda bile çok güzel hizmetlerin olabileceğini hatırdan çıkarmamak gerekir. En güzel ve manevîyatı en yüksek hizmetler, en sıkıntılı dönemlerde olmuştur. Asr-ı Saadet bunun en güzel misalidir. Keza ağır mevzuların ele alındığı Risalelerin ekserisi de en ağır şartlarda telif edilmiştir.  Olumsuzluklara ve şartların ağırlığına bakıp gevşeklik göstermek; Ben bu durumda bir şey yapamam! düşüncesini taşımak; nefsin ve şeytanın bizi atalete uğratmak istemesinden başka bir şey değildir. Buna karşı aczimizi ve fakrımızı şefaatçi yapıp dergâh-ı ilahiye yönelerek: Ya Rabbi! Kar, tipi ve fırtınadan sonra günlük güneşlik bir havayı yaratan, kıştan sonra baharı getiren sensin. Bu zorluklardan sonra kolaylığı, bu olumsuzluklardan sonra güzellikleri çıkaracak olan yine sensin. Bataklıktan bile rengârenk gülleri çıkaran sen, bana da nice güller ihsan eyle! demek zor olmasa gerek. Çalışmak ve dua etmek bizden, tevfik Allah'tandır. Alevleri göklere yükselmiş o müthiş yangının içinde, kurtarılmayı bekleyen nice gencimiz var. Onlar bizim kardeşlerimiz, evlatlarımız. Aynı gemide seyahat ediyoruz onlarla. Onları tecrit etmek veya gemiden çıkarmak mümkün mü? Öyle ise o gençlerimizi sahil-i selamete çıkarmak için, Kur'ân Hakikatleriyle buluşturmak ve faydalı birer nefer olmalarını sağlamaktan başka hangi çaremiz var? Gençlerimize Risâle-i Nur'un bize kazandırdığı şefkat ve merhamet penceresinden bakarsak onların birtakım hata ve kusurları bizi önyargıya sevk etmez. Onlar çamura düşmüş birer mücevherdir. Mücevher çamura düşmekle değerini yitirmez. O mücevherleri çamurdan çıkarıp temizlemek ve gerçek değerine kavuşturmak bizim en temel vazifemizdir. Çamurdan çıkardığımız mücevherler, hem zayi olmaktan kurtulmuş olur hem de bize manevî kazançlar sağlar. Bunun gibi hizmetle tanıştırdığımız gençleri hem günah ve küfür bataklığından Kur'ân'ın Nuruna, hakikatlerin vadisine çıkarmış oluruz hem de o kişinin yaptığı bütün ibadetlerin sevapları hiç eksilmeden bizim defterimize de yazılır. İman hizmeti, Kur'ân ilmini tahsil en büyük sadakadır. Sadaka-i cariye hükmünde olan bu gayretimizin kıyamete kadar nice meyveler vereceğini iyi düşünmeliyiz. Mahşerde bu manevî çalışmalara hayalimizin de fevkinde sevap verileceğini rahmet-i ilahiden ümit ediyoruz. O gün, Meğer hizmetimiz ne kadar kıymetliymiş, keşke daha fazla çalışsaydım! dememek için bugün fırsat elimizde… Çamura düşmüş nice mücevherler bizi bekliyor… (1) Buharî, C.2, s. 279

Abdurrahman YUSUF 01 Şubat
Konu resmiMutluluğun Formülü = 3İ

Hz. Adem'den günümüze gelinceye kadar tüm insanlık huzur ve mutluluğu aramış, bu konu ile alakalı ciltler dolusu kitaplar yazılmış, sözler söylenmiştir. Kimi mutluluğu parada görmüş, kimi evladında ve ailesinde, kimileri de çeşitli batıl inançlarda aramış huzuru… Bilmem kaç milyar insan geleceğini öğrenmek ve işlerinde isabetli karar vermek için servetler harcamıştır. Rehberimiz Hz. Muhammed (sav) bizlere işlerimizde başarıyı yakalamanın, isabetli kararlar vermenin, huzurlu, mutlu bir şekilde yaşamanın formülünü söylüyor: [highlight]İstihare eden mahrum olmaz; istişâre eden pişman olmaz; iktisat eden fakirlik sıkıntısı çekmez.[/highlight] (Taberanî; Mu'cemu's-Sağir) Yani; 3İ: İstihare, İştişare, İktisat. Haydi hep beraber bu 3İ'nin deryasında kulaç atıp hayatımızı mutlu, kararlarımızı isabetli bir hale getirelim. İSTİHARE İstihare hayırlı olanı istemek anlamına gelir. İnsanlar, kendileri için önemli olan bir karar verecekleri veya bir seçim yapacakları zaman, bazen belki eldeki verilerin yetersizliği sebebiyle veya çeşitli sebeplerle dünya ve âhiret bakımından kendileri için hangi seçimin hayırlı olacağını kestiremezler ve bunu bilmek için çeşitli çarelere başvururlar. Mesela, Peygamberimiz'in (s.a.v) nübüvvetle görevlendirildiği sıralarda Araplar'dan bir kimse yolculuğa çıkmak istediğinde, bu yolculuğun kendisi için hayırlı olup olmadığını anlamak için fal oklarına başvururdu. Peygamberimiz (s.a.v.) bu âdeti kaldırarak onun  yerine istihareyi getirmiş ve şöyle buyurmuştur: Biriniz bir iş yapmaya niyetlenince farzın dışında iki rek'at namaz kılsın ve şöyle desin: Ey Allahım, ilmine güvenerek senden hakkımda hayırlısını istiyorum, gücüme güç katmanı istiyorum. Sınırsız lütfundan bana ihsan etmeni istiyorum, gücüme güç katmanı istiyorum. Ben bilmiyorum, ama sen biliyorsun, ben güç yetiremem ama sen güç yetirirsin. Ey Allahım! Yapmayı düşündüğüm bu iş, benim dinim, dünyam ve  geleceğim açısından hayırlı olacaksa, bu işi benim hakkımda takdir buyur, onu bana kolaylaştır, uğurlu  ve bereketli eyle. Yok, eğer benim, dünyam ve geleceğim için kötü ise, onu benden, beni ondan uzaklaştır. Ve hayırlı olan her ne ise sen onu takdir et ve beni hoşnut ve mutlu eyle! (Buhari, Teheccüd-25) Namazda, makbul olanı; ilk rekâtta Fâtiha ve Kâfirun Suresi, ikinci rekâtta ise Fâtiha ve İhlâs Suresi  okumaktır. İki rekât namaz kılıp  bu duayı  yaptıktan sonra, kalbe doğacak istek veya nefretle yahut yapıcı veya engelleyici sebeplerle işin hayırlı olan tarafı gerçekleşmiş olduğuna kanaat beslenir ve buna rıza gösterilir. Namazı kıldıktan sonra dünya kelamı etmemek, sağ tarafa ve kıbleye doğru yatmak, uyumaya çalışırken kalben zikretmek güzel olan şeylerdir. İSTİŞARE Bir iş yaparken ehline sormaya meşveret veya istişâre denir. İstişare sünnettir. Kur'an-ı kerimde mealen, Yapacağın işi önce meşveret et! buyruluyor. (Âl-i İmran, 159) Hadis-i şeriflerde de buyruldu ki: İstişare, pişmanlığa karşı kaledir. İnsanı pişman eden, kendi görüşündeki ısrardır. (Maverdi) Kendi düşüncenize göre hareket etmeyin! Yapacağı işi ehli ile istişâre edene, o işin en güzeli nasip olur. (Taberani) Hazret-i Âdem, İşlerinizi istişâre ile yapın. Eğer ben, yasak meyve konusunda meleklerle istişâre etseydim, musibete maruz kalmazdım buyuruyor. İstişare edilecek kimsede şu vasıflar bulunmalıdır: 1- Akıllı olmalı! Akıllı ile istişâre galibiyet, ahmakla istişâre mağlubiyet denilmiştir. Hadis-i şerifte: Akıllıya danışıp onu dinleyen, doğruyu bulur, dinlemeyen pişman olur. (Maverdi) 2- Tecrübeli, işinin ehli olmalı! Çünkü her şey akla, akıl da tecrübeye muhtaçtır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: Tedbirli kimse, işinin ehli olana danışıp, ona göre hareket eder. (Ebu Davud) 3- İlim sahibi ve sâlih olmalı! Hadis-i şerifte buyruldu ki: Salih olan âlimlerle istişâre edin! (Taberani) Hazret-i Ömer, (Allah'tan korkanlarla istişâre edin) buyurmuştur. 4- Dost olmalı! Dost olmayan kimseler, yanlış bilgi verebilir. 5- Fikri kuvvetli, sıhhatli olmalı! Düşüncesi dağınık, kaygılı kimselerin görüşü isabetli olmaz. Danışılacak kimsenin, insanların hâlini, zamanın ve ülkenin şartlarını bilmesi gerekir. Bundan başka, aklı, fikri kuvvetli, ileriyi gören ve hatta sıhhati yerinde olan kimselerle istişâre edilir. Peygamber efendimiz ashabı ile istişâre eder, bazen bir iş için, akıl, takva, hikmet ve tecrübe sahibi on kişiye danışırdı. Hadis-i şeriflerde buyruldu ki: İstişare edilen, güvenilen kişidir, kendisine layık gördüğünü başkasına tavsiye eder. (Taberani) Danışana, bilerek yalan söyleyen ona hıyanet etmiş olur. (İbni Cerir) Danışan yardıma kavuşur. İstişare edilen emindir. (Askeri) İKTİSAT İnsan, elindeki meşru malı ve serveti doğru zamanda doğru yerde, doğru şekilde ve doğru miktarda harcamalıdır. Buna infâk ve cömertlik denir. Yine insan mülkiyetindeki meşru malı ve serveti harcamanın şartları oluşmadığı zaman doğru bir şekilde elinde tutmalıdır. Buna da iktisat etme, tasarruf ve kanaat denir. İnfak ve cömertlik kadar iktisat ve kanaat da iyidir, güzeldir. Hz. Peygamber: İktisad eden fakir olmaz, iktisad eden yoksulluk yüzü görmez, iktisad edenin hesabı kolay olur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned 1, 447, 198). Diğer bir hadiste şöyle buyrulmuştur: Güzel gidişat sahibi, sevilen ve iktisad eden bir insan olmak peygamberliğin 24 bölümünden bir bölümdür. (Tirmizi Rırr, 66, Ebu Davud, Edeb, 2). İktisat etmeyen ve kanaatkâr olmayan bir kimse elinde olanı hesapsız harcadığı zaman zorunlu ihtiyacını karşılamak için dilenmek mecburiyetinde kalabilir, nâmert kişilere yüzsuyu dökebilir. Bu da onun kişiliğine zarar verir. İnsanda şeref-i nefs ve izzet-i nefs denilen bir duygu vardır. Nâmert kişiler önünde yüzsuyu dökmek bu asil duyguya zarar verir. Onun için kara günde harcamak üzere ak akçe biriktirme tavsiye edilmiştir. Kalbimizin ve aklımızın yol göstericisi Kur'ân bize iktisadı ve cömertliği ne kadar güzel anlatıyor: Eli sıkı olma ama büsbütün eli açık da olma, sonra elden çıkardıklarının hasretini çeker durursun. (İsra, 29). İşte dostlar; Rehber-i Ekber'in (s.a.v.) yolumuzu aydınlatan üç öğüdü. Gelin bunları hayatımıza düstur yapalım, hem mahrum, hem pişman, hem fakir olmayarak izzeti nefsimizi ve izzeti şerefimizi koruyalım.

H. Gökhan KARAÇİVİ 01 Şubat
Konu resmiAcılar Bitsin Artık!

Çağdaşlık budur deyip arz döndü kan gölüne, Hak-hukuk kilitlendi atomun kapsülüne! Medeni denen dünya döndü vahşet çölüne, Şeytan, her askeriyle yeni role soyundu! Bize vaat ettikleri, bütünüyle oyundu! Ateşe verdiler büsbütün dağı, ovayı, Hatta yaşanmaz hale getirdiler havayı, Yüzde sekseni açken, onlar sildi tavayı! Bütün halkı umumen sömürseler doymazlar! Azabı çıplak gözle görmeksizin aymazlar! Nur düşmanı daima ufukları kararttı! Müstedaf taifenin çehresini sararttı! Ar ve namus ehlinin gözlerini morarttı! Zulümle beslenen şu zalim, nankör hainler! Ehl-i imanı kattı birbirine laînler! Ya Rabbi! O günleri artık tekrar ettirme! Küffârı husumette yine ısrar ettirme! Yumuşat kalplerini, Hakk'ı inkâr ettirme! Vâmık'ın yaşadığı acılar bitsin artık! Evham ve huzursuzluk, düşmanlık gitsin artık!

Zafer ENGİNSOY 01 Şubat
Konu resmiHikmete râm ol!

Allahu Teâlâ mealen şöyle buyuruyor: O, hikmeti dilediğine verir. Kime de hikmet verilirse artık şüphesiz ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar. (1) Yani her kimin gönül dünyası hikmet deryasından nurlu damlalara mazhar olacak bir olgunluğa erişmiş olursa, ona pek çok hayırların kapısı ardına kadar açılmış demektir. Hikmet kavramının çok mânâları var. İlim ve onunla amel; eşyanın manalarını tanımak ve anlamak; sözde ve fiilde isabet: Yani herhangi bir hususta kalben veya lisanen şu şöyledir demeli ve öyle yapmalı ve isabet de etmeli, bu bir hikmet olur. (2) Risâle-i Nur'da hikmet şöyle açıklanır: Kuvve-i akliyyenin ifrat mertebesi cerbezedir ki, hakkı batıl, batılı hak suretinde göstermeye kadar hileli ve aldatıcı bir zekâya malik olur. Vasat mertebesi ise hikmettir ki hakkı hak bilir hakka imtisal eder, batılı batıl bilir içtinap eder. (3) Hayata ve hadiselere hikmet gözüyle bakabilmek için düstur-u hayat edinilmesi gereken hususlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz; 1- Şu âyet-i kerimenin verdiği ölçüye bağlı olarak hayata ve hadiselere bakmak: (Ey mü'minler!) Hoşunuza gitmediği halde size (düşman ile) muharebe yazıldı (farz kılındı). Olur ki, bir şey hoşunuza gitmezken o sizin için hayırlı olur, bir şeyi de sevdiğiniz halde o da hakkınızda şer olur; Allah bilir, siz bilmezsiniz. (4) Bu âyet-i kerimenin ortaya koyduğu ölçü ve açıya sahip olmak kişiye, hikmet yolculuğunda çok büyük ve önemli adımlar arttıracaktır inşaallah. 2- Şu hadis-i şerifin penceresinden bakarak hadiseleri değerlendirmek: Erkek olsun kadın olsun mü'min günahsız olarak Allah'a kavuşuncaya kadar kendisinde, malında ve evladında bela eksik olmaz. (5) Bu hadis-i şerifin verdiği ölçüyü eline alıp gözüne takan insanlar için bela, musibet ve hastalık gibi hoşa gitmeyen şeyler korkulu rüya olmaktan çıkarlar, hatta zamanla kişi onlara Hoş safa geldin diyebilecek bir olgunluğa erişebilir. İşte olayları görünen yüzlerine göre değil de uhrevi neticelerine ve gerilerinde duran güzelliklere göre değerlendirecek bir bakış ve anlayışa sahip olmak, hikmete râm olmuşluğun mühim göstergelerinden birisi olmaktadır. 3- Aleyhissaletü Vesselam'ın beşikte konuşan üç çocuk olayından birisi olarak haber verip anlattıkları şu hadisenin mesajını dikkatle algılamak ve yaşanan pratik hayata uyarlamak. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh Rasulullah'ın şöyle anlattığını rivâyet ediyor: Bir zamanlar bir çocuk annesini emiyordu, oradan şahlanmış bir at üzerinde kılık kıyafeti güzel bir adam geçti, onu gören kadın Allah'ım, şu oğlumu bunun gibi yap! diye duâ etti. Çocuk memeyi bırakarak adama doğru yönelip baktı ve: Allah'ım beni bunun gibi yapma! diye duâ etti Sonra tekrar memesine dönüp emmeye başladı. (ResuluIlah Sallallahu Aleyhi ve Sellem anlatmaya devam etti.) Sonra annenin yanından bir kalabalık geçti, ellerinde bir cariye vardı, onu dövüyorlar ve Seni zâni seni! Zina yaparsın, hırsızlık yaparsın ha! diyorlardı. Cariye ise Allah bana yeter, O ne iyi vekildir! diyordu. Çocuğun annesi; Allah'ım çocuğumu bunun gibi yapma! dedi Çocuk yine emmeyi bıraktı, cariyeye baktı ve:Allah'ım beni bunun gibi yap dedi. İşte burada anne evlat karşılıklı konuşmaya başladılar. Anne dedi ki: Boğazı tıkanasıca! Kıyafeti güzel bir adam geçti. Ben Allah'ım, oğlumu bunun gibi yap dedim. Sen:Allah'ım beni bunun gibi yapma dedin. Yanımızdan cariyeyi döverek, zina ve hırsızlık yaptığını söyleyerek geçenler oldu. Ben: Allah'ım oğlumu bunun gibi yapma dedim. Sen ise, Allah'ım beni bunun gibi yap dedin. Oğlu şu cevabı verdi: O atlı adam cabbar zâlimin biriydi (Dünyası göz alıcı ve imrendirici ama ahireti berbat idi). Ben de Allah'ım beni böyle yapma dedim. Zina ettin, hırsızlık ettin dedikleri şu zavallı cariye ise ne zina yapmış ne de çalmıştı. (Mazlum idi, görünen perişanlığının arkasında muazzam kazançlar, bitmez tükenmez mükâfatlar duruyordu.) Ben de Allah'ım, beni bunun gibi yap dedim.(6) 4- Büyüklerimiz Elhamdülillah Ala Külli Hal Sivel Küfr-i Veddalal (Küfür ve dalalet hariç her şey için Allah'a hamdolsun) mübarek cümlesini düstur edinmişler. Bu cümle dillerinin virdi, ifade ettiği hakikatler ise, düşünce ve anlayış dünyalarının mimarı olmuştur. Bu kısaca şu demektir; gerçek musibet insanın bilihtiyar işlediği günahlar ve irtikâp ettiği dalaletlerdir. Bunlardan Allah'a sığınmak gerekir. Zararı ve acısı dünyada kalan musibetler ise, sabretmek şartıyla musibet olmaktan çıkarlar; nimet ve kazanç olma vasfına inkılâp ederler. Hadiselere bu gözle bakmak onları neticelerine ve ahirete müteallik kazançlarına göre yerli yerine koymak demektir ki bu yaklaşım hikmet yolculuğunun vazgeçilmez sermayelerinden biridir. 5- Hayatı bir bütün olarak değerlendirmek: Hayat ve her çeşidiyle hayatı dolduran hadiseler bir bütün olarak algılanıp değerlendirilirse hikmetli bir bakış, görüş ve düşünüşe yol bulunabilir. Şöyle ki, hayatta her şey birbirini tamamlar, birbirinin güzelliğini ve nimet olma özelliğini ortaya çıkarır. Onun için, Eşya zıtlarıyla bilinir denilmiştir. Yani gece olmazsa gündüzün değeri bilinmez, açlık olmazsa yemenin ve doymanın lezzeti hissedilmez, hastalık olmazsa sağlığın değeri fark edilmez vb. Eğer nimet nimet olarak bilinmezse nimet olma özelliğini kaybeder. Buna mukabil nimetin zıddı (mesela sıhhatin zıddı olan hastalık) onun bilinmesine hizmet ediyorsa o da bir nevi nimet hükmüne geçer. Hayat her şeyiyle olabileceği en güzel şekilde yaratılmıştır. Öyle ki daha güzel şekli bulunamaz ve düşünülemez. İhya'da geçen şu hikâye de hikmete giden yolu aydınlatan çok parlak bir kandil hususiyeti taşıyor: Çocuğu olmayan bir kadın zamanın meşhur ve tecrübeli bir hekimine başvuruyor. Tabip onu muayene ettikten sonra 40 gün sonra öleceğini söylüyor Kadın büyük bir üzüntü içinde yemekten içmekten kesilerek 40 günün sonunu bekliyor. 40 günün sonunda hekimin sözünün gerçek çıkmadığını hayret ve sevinçle görüyor. Doğruca hekimin yanına gidiyor. Kendisine 40 gün sonra öleceğini söylemiş olduğunu fakat gördüğü gibi karşısında olduğunu ifade ediyor. Tecrübeli hekim ise, gülümseyerek şu cevabı veriyor: Şikâyetin malum, sebebi ise vücudun yağ bağlamış olması. Çocuk dünyaya getirebilmen için o yağların erimesi gerekiyordu. Bunun için de 40 gün ölüm korkusu içinde yaşaman icab ediyordu. Başka yolla yağların erimesi de kabil değildi. Artık anne olabilirsin, hayırlı olsun. İşte bir imtihan olarak başa getirilen sıkıntılı hadiselere bu hikâyenin ışığında bakılabildiğinde olayların tazyikinin altından kolaylıkla kurtulabiliriz. Şöyle ki: Bu hikâyenin mesajını doğru olarak telakki edebilmiş bir insan şöyle düşünecektir: Her şeyin sahibi ve idare edicisi olan yüce Mevla kullarını terbiye edip günahlarından arındırmak, onları manevî yüksek makamlara çıkarmak için sebepler yaratıyor. Yüce Mevla kullarını terbiye edip günahlarından arındırmayı, onları manevî hastalıklarından kurtarıp Cennet'e layık bir kıvama getirmeyi murad ediyor. Onun için onları çok çeşitli bela ve musibetlerin haddelerinden geçiriyor ve O, hangi kulunu hangi belaların haddesinden geçirerek şifaya kavuşturacağını çok iyi bilendir. Hikâyenin mesajını alan böyle düşünür ve bela, musibet hangi tür ve dozda gelirse gelsin hepsine hazırlıklı olur. Geldiğinde de tam bir teslimiyet içinde bulunur. Hikmet yolunun bir başka manevî kandili de, Hızır Aleyhisselam'ın bindikleri gemiyi delmesi, herhangi bir suçu sabit olmayan çocuğu öldürmesi, kendilerini ağırlamaktan kaçınan köye ait bir duvarı bila-ücret tamir edip sağlamlaştırmasıyla ilgili olarak Hz. Musa Aleyhisselam'a verdiği hikmet dolu cevapları hatırlamakdır. Az yemek, hikmet ehli insanlarla haşır neşir olmak, ilgili kitapları okumak ve okuduğu ile amel etmek suretiyle gönül dünyasını ışıl ışıl aydınlık bir halde bulundurmak da hikmet ehli olmanın alt yapısını oluşturan önemli bir faktör olacaktır. Nihâyet hikmet ehli büyüklerimizin hadiseler karşısındaki tavır, tutum ve sözlerini hatırlayıp göz önünde bulundurmak. Menkıbe kitaplarında geçen bir hadise şöyledir: İbrahim Edhem Hazretleri bir gün sahrada dolaşırken yanına bir zabit geliyor ve yakınlarda yerleşim yeri olup olmadığını soruyor. İbrahim Edhem Kuddise Sırruhu hazretleri ona mezaristanı gösteriyor. Cevaptaki inceliği anlamayan zabit, elindeki değneği ile İbrahim Edhem'in başına vurup yaralıyor. En yakındaki bir köye vardığında köy halkına olayı anlatıyor. Köylüler başını yaraladığı zatın İbrahim Edhem olduğunu hatırlatarak zabiti uyarıyorlar. Zabit hemen geri dönerek İbrahim Edhem'i buluyor. Eline ayağına kapanıp özür dilemek istediğinde Hazret şöyle diyor: Özür dilemene gerek yok, çünkü sen bana haksızlık yaptın; ben sana sabrettim ve sen sabır yoluyla benim çok sevaplar ve uhrevi kazançlar elde etmeme vesile oldun. Bu itibarla ben senden müşteki değil, bilakis sana müteşekkirim. Bir başka manidar örnek Bediüzzaman Hazretleri'nden; hastalanan bir talebesini ziyarete gidiyor. Talebe şifa için duâ talebinde bulunduğunda Hz. Üstad'ın cevabı şöyle oluyor: Kardeşim ben senin hastalığının aleyhinde değilim ki duâ edeyim. Bu hadiseler üzerinde dikkatle düşünüldüğü zaman hikmete râm olma noktasında büyük dersler ve kazanımlar elde edileceğinde şüphe yoktur. Kaynak: 1- Bakara, 2/269 2- Hak Dini Kur'an Dili, C. 1. ss. 916-917. 3- İşaratül İcaz. S. 20. 4- Bakara. 2/216. 5- Riyazussalihin - Peygamberimizden Hayat Ölçüleri, C. 1, s. 269, Hadis no: 50 6- Kütüb-ü Sitte Tercüme ve Şerhi. C. 14, Hadis no: 4994.

İsmail ALINMAZ 01 Şubat
Konu resmiDünyada neden savaşlar oluyor?

KİM SUÇLU? Pek çok insan soruyor; Allah neden insanlar arasındaki savaşlara karışmıyor? Mesela; Gazze'de ve pek çok yerde neden milyonlarca Müslüman öldürülüyor. Allah bu zulümlere neden izin veriyor? Bir düşünelim! Bir komutan askerlerini en son sistem silahlarla donatsa, daha sonra bu askerler düşmanla karşılaşsalar, fakat askerler ellerindeki bu silahları kullanmasalar ya da kullanmayı beceremeseler, sonunda düşmana mağlup olsalar suç komutanın mıdır? Askerler; Komutan bize niçin yardım etmedi, etmiyor? demekte haklı olabilirler mi? Dünya'da Yahudilerin toplam nüfusu sadece; 20 milyon. (5 milyonu İsrail, 5 milyonu Amerika, 10 milyonu ise diğer ülkelerde dağınık bir şekilde) Dünyada Müslümanların toplam nüfusu ise; 1,5 milyar. En büyük ekonomik güce sebep olan petrolün büyük bir kısmı, İslam ülkelerinden çıkıyor. Fakat 3,5 milyon Yahudi, Müslümanları katlederken 1,5 milyar Müslüman seyrediyor! Sonra soruyor: Allah Müslümanlara niye yardım etmiyor? Bu durumda Allah'ı suçlamaktan utanıp, kendimizi suçlamamız daha doğru olmaz mı? Evet, suç, yalnızca özünden uzaklaşmış, tembel, uyuşuk, bencil, menfaatperest Müslümanlarındır. Peygamberimiz, [highlight]Müslümanların derdini dert edinmeyen onlardan değildir[/highlight] buyuruyor. Bu günkü Müslümanlar lafla değil, fiil olarak ne kadar birbirinin derdiyle dertleniyor? Birbirinin derdiyle dertlenmeyen acaba kendini ne kadar Müslüman hissediyor? Yani sorulması gereken asıl soru; Neden Dünyada 1,5 milyar Müslüman varken, Gazze'de ve birçok yerde milyonlarca insan vahşice öldürülüyor?! değil midir? Biz zarar vermiyoruz, fakat menfaat vermeye iktidarımız yok. Onun için mazuruz diye böyle özür beyan etmeyiniz. Bu özrünüz kabul değil. Tembelliğiniz ve neme lâzım deyip çalışmamanız ve ittihad-ı İslâm ile, milliyet-i hakikiye-i İslâmiye ile gayrete gelmediğiniz, sizler için gayet büyük bir zarar ve bir haksızlıktır… Onun için tembellikle günahınız büyüktür. (Hutbe-i Şamiye) ALLAH YAHUDİLERİ HİÇBİR ZAMAN GERÇEKTEN MUZAFFER ETMEMİŞTİR! Yahudiler Allah tarafından lanetlendiklerinden itibaren hiçbir zaman, hiçbir yerde planladıkları neticeye ulaşamadılar. Tarih onların zilletine en büyük şahittir. Kutsal toprakları da ele geçirmelerine Allah izin vermeyecektir. Onlar istediklerini elde edemezler ama yeryüzünde fesat çıkarmaya devam ederler. Müslümanlara düşen, Yahudilerin hiçbir zaman muzaffer olamayacaklarını bilmekle beraber İslam'ı hakkıyla yaşayıp İslam kardeşliğini oluşturmakla onların bu fesatlarına son verdirmek olacaktır Allah Yahudi milletini hiçbir amacına ulaştırmayacağını Maide suresi, 64. ayetiyle bildirmiştir. Yahudiler: Allah'ın eli bağlıdır (cimridir) dediler (Haşa!) Dedikleri yüzünden (hayırlı işlerde) elleri bağlansın ve lanete uğrasınlar! Bil'akis O'nun iki eli de açıktır, dilediği gibi dilediği kimseye karşılıksız verir. And olsun ki Rabbinden sana indirilen şeyler, onlardan bir çoğuna azgınlık ve küfrü arttıracaktır. Aralarına kıyamet gününe kadar (devam edecek) düşmanlık ve kin bıraktık. Ne zaman harb için bir ateş yaktılarsa Allah onu söndürmüştür. (onları muvaffak kılmamıştır). Buna rağmen Yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışırlar. Halbuki Allah, fesat çıkaranları sevmez. (Maide: 64) SAVAŞIN SÖYLEDİKLERİ Dünya cennet değildir! Dünyada savaşlar, zulümler, haksızlıklar, ölümler, bela ve musibetler süre gelmektedir. Çünkü dünya cennet değil. Savaş, felaket ve hastalık gibi sıkıntılar olmasaydı dünya dünya değil cennet olurdu. O zaman insan da imtihanda olmuş olmazdı. Hâlbuki insanlar dünyada bir imtihan için bulunmaktadırlar. Cennete layık olup olmayanlar test edilmektedir.  Bela ve musibetlerin olması bu imtihanın gereğidir. Arzu edilen, hayali kurulan keder ve zulmün olmadığı cennet âlemine insan layık olduğu takdirde gidecektir. Allah çalışana verir! Allah'ın dünyadaki bir kanunu da çalışana vermesidir. Kur'anda; İste kulum vereyim (Mü'min, 60) buyrulmuştur.  Kim ne isterse Allah onu verir. İyilik ve hayır için çalışana iyilik ve hayırları yaratır, zulüm için çalışanların zulümlerini çoğaltır. Ne yazık ki, günümüzde Müslümanlarda ileri derecede tembellik ve nemelazımcılık mevcut. Müslümanlar iman, İslam ve barış için ne kadar çalışırlarsa âlem-i İslam'ın üzerindeki bu sıkıntılar, mazlumların ölümleri o kadar kısa zamanda son bulabilecektir. Şu an apaçık görüyoruz ki ahlaksızlar, inançsızlar Müslümanlardan çok daha fazla çalıştıkları için neticeyi onlar almaktadırlar. Allah, zalimlere mühlet verir, ihmal etmez! Allah zalimler için, acele etmez. Çünkü inkâr edenler için sadece dünya lezzetleri vardır, ebedi cennet onlar için söz konusu değildir.  Allah, tevbe edip hidayet bulmaları için merhametinden onlara mühlet vermektedir. Fakat Allah zalimlere mühlet verir ihmal etmez! Haksızlıklara ve zulümlere, geçici olarak müdahale etmeyen İlahî adalet, Mahkeme-i Kübra'da tam olarak tecelli edecektir. Musibetler mü'minlerin günahlarına kefarettir Küçük meseleler yerel (alt) mahkemelerde, büyük suçlar ise yüksek ceza mahkemelerinde halledilir. Allah, merhametinden dolayı, Müslümanların işlediği günahlara karşılık onlara bu dünyada musibet verir, cehennem azabından kurtarır. Çektikleri musibetleri ve gördükleri zulümleri günahlarına kefaret yapar. Zalimlerin büyük suçlarının muhakemesi ise mahkeme-i kübraya havale edilmektedir. Savaş gibi bazı musibetler insanlara bedel olarak gelir Sadece görmüş olduğumuz olaylara bakıp, ilahî kaderi yargılamak adaletsizliktir. Çünkü insan gördüğü olayların geçmiş ve gelecekle olan alakasını kuracak bir ilme ve güce sahip değil. Allah'ın ilmi ise, tüm zaman ve mekânları kuşatır. Tüm zaman ve mekânlar Allah için bir an (ın içi) hükmündedir. Dolayısıyla Allah,  geçmiş ve geleceği bilir ve ona göre muamele ederek asıl adaleti gösterir. Küçük bir misal: Hırsız olmadığı halde hırsızlıkla suçlanan bir kimse bize göre haksızlığa uğramıştır. Halbuki o kişinin, bizim bilmediğimiz geçmişte yaptığı bir suçu vardır. İşte, Allah onu bilir ve ona göre hükmeder. Yani insanların zulüm olarak gördüğü olaylarda, aslında kaderin tam bir adaleti gerçekleşmektedir. Bu durum, musibetin bedel yani karşılık olarak gelmesi şeklinde de ifade edilir. Özellikle de Allah Müslümanların işlediği bir takım hata ve günahlarına bedel, merhametiyle bu dünyada musibet vererek onları cehennem azabından azad eder. Allah, savaşlarla Müslümanları ikaz ediyor! Musibetler ihtar-ı İlâhidir. Allah (cc) mü'min kullarını günahlardan uzaklaştırmak için bir musibet taşıyla ikaz eder. Böylece o musibetle kullarını yapabileceği pek çok yanlıştan vazgeçirir. İslam alemine yapılan zulümlere Allah izin veriyor çünkü Müslümanlar dinlerini gerektiği gibi yaşamamaktadırlar. Müslümanlar İslam kardeşliğinin gereği olan dayanışma halinde değiller.  Allah bu durumdan elbette razı değil. Müslümanların birlik ve beraberliğinin temin edilmesi için gayrette bulunmayan ve dünyaya dalmış İslam âlemini Allah, zalimlerin elinden gelen savaş ve zulümlerle ikaz ediyor. Savaş, Müslümanlara şehadet makamını kazandırır Cenab-ı Hakk zalimin zulmüne düşmüş mü'minleri, masumlar ve şehitler zümresine dahil eder. Onlar, ölüm acısı duymadan ve cehenneme uğramadan cennete giderler. Yetmiş kişiye de şefaat edip, onları da cehennemden kurtarırlar.

Abdullah MESUD 01 Şubat
Konu resmiKamus-u Okyanus

Okuyucuya bir keşfin zevkini tattırmak, gerçek dostlara, yani layık olanlara seslenmek, bezirganları mabede, başka bir tabirle avamı fildişi kuleme sokmamak arzusu. Doğu, irfanı hisarlarla kuşatır, emanetleri ehline tevdi etmek imanın şiarıdır. Bu duyguda gururla tevazu, edeple istiğna kucak kucağadır. Bir Kamus-u Okyanus'ta kelime bulmak, denizden inci çıkarmak gibi güç bir iş. Cemil Meriç Kamus kelimesi, Arapçada sözlük manasındadır. Okyanus ise kıtaları birbirinden ayıran engin, açık denizler demektir. Arapçadaki tüm kelimeleri ihtiva etmeye çalışıldığından dolayı bu lügate Kamus-u Okyanus denmiştir. Kamus (lügat=Sözlük): Bir dilin veya dillerin kelime haznesini, söyleyiş biçimini ve yazılış şekillerini gösteren yazılı bir eserdir. Kelimenin kökünü esas alarak, bunların başka unsurlarla kurdukları sözleri ve anlamlarını, değişik kullanışları ifade eder. Kelimelerin nerden geldiğini ve ne manalara geldiği ifade eden sözcük bilimine Leksikoloji denir. Sözlükçüye ise leksikografır denir. Lügatçe ise, sadece hazırlandığı kitapta geçen terimleri anlatır. Sözlükler kelimelerin anlamlarını veya bir kelimenin farklı dillerde ki anlamlarını açıklayabilir. Sözlüklerde bir kelimenin birden fazla anlamı olabilir. Ama genelde esas manası ilk başta belirtilir. Diğer manalar, yakın manadan uzak manaya göre sıralanır. Bununla beraber birçok sözlük kelimelerin; okunuşu, dilbilgisi, etimolojik yapısı, tarihi, kullanım bilgisi, türeme şekilleri veya cümle içinde kullanımı hakkında bilgiler verebilir. Bu Sözlükler tek veya çok dilli, genel veya özel alanlarla ilgili olabilir. Türleri ise şöyledir: tek dilli, çok dilli, kavramsal, eş anlamlı, karşıt anlamlı lehçeli, misalli, kökenli, deyimli, atasözlü, argolu, mesleki terimli ve Ansiklopedik olabilir. Tarihte ilk lügat Bizanslı İskenderiye Müzesi kütüphanecisi Aristophanes'in hazırladığı eser kabul edilir. İslam dünyasına bakıldığında ise en önemli sözlük X. yüzyılda yaşayan Fârâblı İsmail Cevheri'nin Sihâh adlı Arapça eseridir. Bu eserin tercümesine Vankulu Lügatı de denir. Türk aleminde kültüründe ilk sözlük ise Kaşgarlı Mahmut'un kelimeleri Türkçe'den Arapça'ya çevirdiği ve manalarını verdiği Divanü Lügati't-Türk'üdür. Kelimelerin Türkçeden Türkçeye çevrilen adında Türk kelimesi geçen ilk Türkçe sözlük, Ahmed Vefik Paşa'nın hazırladığı Lehçe-i Osmanî sözlüğüne benzeyen Şemseddin Sami tarafından yazılan Kamus-u Türkîdir. ilk baskısı 1901 tarihinde İkdam gazetesi tarafından yapılmıştır. Şemseddin Sami, bu sözlükte Osmanlıcada kullanılan, ancak konuşulan Türkçeye girmeyen Arapça ve Farsça sözcükleri ayıkladı, Türkçe kökenli sözcüklere ağırlık verdi. Ayrıca, Türkçeyi zenginleştirmek için dile tekrar kazandırılması gerektiğine inandığı doğu Türkçesine ve Anadolu Türkçesine özgü kelimelere yer verdi. Kamus-u Türkî 1985 yılında Tercüman gazetesi tarafından güncelleştirilerek Temel Türkçe Sözlük adıyla yeniden yayımlandı. Gelelim Kamusu Okyanus'a Kamus-ul Muhit ve Kamus-u Firuz Abadi gibi isimlerle anılan Kamus-u Okyanus'un müellifi, Mecduddin Ebu Tâhir Muhammed bin Yakub bin Muhammed Fîruz Abadî'dir (Rumi 729-816). Arapça'daki tüm kelimeleri kapsamayı hedefleyen sözlük, 60 bin kelime ihtiva etmektedir. Deniz/okyanus mânâsına gelen Kamus adı verilen sözlük, tüm lügatlerin âlemi haline gelir. Elimizde bulundurduğumuz Kamus-u Okyanus ise Sultan İkinci Mahmud devrinde Âsim Efendi tarafından Türkçeye tercüme edildi. Birçok şerhler yazılan kitabın Türkçesi, Matbaa-i Osmaniye yayınevinde (rumî 1305 yılında) basıldı. Büyük boy üç cilt olup, komple orijinal yeşil deri ciltlidir. Lügatlerde madde başlarını a-be-ce şeklinde alfabetik sıra takip eder. Kamus-u Okyanus böyle değildir. Arap dilinin klâsik halini almış güzel bir sözlüğüdür. Çok sayıda şerhle de ikmal edilmiş lügatin İki tertibi var. Birinci tertip alfabetik, ikinci tertip ise özellikle manzum nesre düşkün olanların ihtiyacına cevap verecek vasfı haiz olan ve kelimelerin asli harfleri olan sülasi mücerred mastarların son harflerine göre bablara ayrılan, o babın içinde ilk harfe göre de fasıllara ayrılan alfabetik sırayı izleyen tertiptir. Bu tertip de yirmi sekiz  bab oluşturulmuştur. Bununla beraber asli kelimelerin en sonunda bulunan hemze-i asliye ile olan kelimeler hemze babında, son harfi vav ve ya ile ifade edilen (illetli olan elifler) hemze ve elifler bab-ı vav ve yada gösterilmiştir. Başka bir şeyden dönüşmeyen li elifler ayrı bir bab olup yirmi sekize tamamlanır. Müellif tâlibin biraz gayretini ve müştak olmasını ister. Cemil Meriç'in doğu geleneğinin yarı şuurlu geleneği dediği bu üslup için şu ifadeyi kullanır. Okuyucuya bir keşfin zevkini tattırmak, gerçek dostlara, yani layık olanlara seslenmek, bezirganları mabede, başka bir tabirle avamı fildişi kuleme sokmamak arzusu. Doğu, irfanı hisarlarla kuşatır, emanetleri ehline tevdi etmek imanın şiarıdır. Bu duyguda gururla tevazu, edeple istiğna kucak kucağadır. Bir Kamus-u Okyanus'ta kelime bulmak, denizden inci çıkarmak gibi güç bir iş. Ne kadar güç bir iş dense de aslında zevkli bir iştir.  "السلطان" Bir misal verecek olursak; sultan kelimesi  misalimiz olsun. Bu kelimenin asli mücerred masdarını bulmamız gerekiyor. Fiil-i mazi 3. Tekil şahıs üzerine mana cihetiyle farklı manalar kazandıran zaid harfleri  bulmamız lazım. Zaid harfleri "اليوم تنساه"  ayeti kerimesiyle kodlayalım kelimemiz olan "السلطان" da zaid harfler neler olabilir. Zaid harfleri attığımızda kelimenin manasını taşımalı. Eğer taşımıyorsa aslı herfin birisini atmışız demektir. Bu kelimede kodladığımız zaid harlerden hangi harfler vardır? Bakalım. Elif ve nun zaid harftir attığımızda selit سلط kalır.kamus-u okyanusta bu kelimeyi bulalım. İlk önce فغل kalıbımızdan son harf olan lam'el fiil olan tı harfinden dolayı bab-ı  tıya buda 3. cilt 476 sayfayı gösterir. Sonra onun içinde birinci harf fa'el fiil olan faslı sine bakıyoruz. Buda 482 sayfada selit mastarını gösterir. Selit ise, zeytinyağının ismidir. Misalimizdeki harfleri takiben sultanı buluruz. SULTAN: Allah. (cc)  Kuvvet, kudret ve hâkimiyet sâhibi. Hüccet ve delil. Kahr ve tegallüb mânasında masdardır. Her şeyin yavuz, şiddet ve satvetine denir. Kelimenin aslı «selit» olup, cem'i sultandır. Selit ise, zeytinyağının ismidir. Zeytinyağı kandilinin ışığıyla ışıklandırma yapıldığı gibi, padişâh ve vali dahi şule-i adl ve zabt ü ihtimamıyla memleketini tenvir etmek münâsebetiyle onlara da bu mâna ıtlak olunmuştur. Kamus-u Okyanusu edebiyat, arapdili uzmanları ve ilahiyat cevresi bilir. Ama avamın dikkatine Bedîüzzaman Hazretleri sunmuştur. Molla Said'in Arapça'ya hâkimiyeti eşsizdir. Kendisine Bedîüzzaman ünvanını kazandıran müktesebatı içinde Arap diline vukufiyet derecesinin de önemli bir payı vardır. Bedîüzzaman Arap diline olan vukufiyetinin teşekkülünde Kubbe-i Hasiye'de ezberlemeye çalıştığı Kamus-u Okyanus'un önemli bir payı vardır. Bedîüzzaman alet ilmini ulviyata basamak kılmak yolundaki bir çaba göstermiştir. Bedîüzzaman da, kendisine neden lügat ezberlediğini soranlara şu cevabı verir: Kamus, her kelimenin kaç mânâya geldiğini yazıyor. Ben de bunun aksine olarak, her mânâya kaç kelime kullanıldığını gösterir bir Kamus vücuda getirmek merakına düştüm. Çalışmam bunun içindir. Bedîüzzaman Mısır'da bir heyetin böyle bir çalışma yaptığını duyunca, emeğinin boşa gittiğini söyleyerek Sin harfine, hacimce yarıya kadar, ezberlediği Kamusu ezberlemekten vazgeçer.

İdare İdare 01 Şubat
Konu resmiÇalamam ağam bu din bahsidir!

Birinci Cihan Harbi'nden sonra Osmanlı İmparatorluğunun, 30 Ekim l9l8'de Mondros Mütarekesi'ni imzalamasıyla Anadolu'nun birçok şehri işgal altına girer. Maraş da bu işgale hedef olan şehirlerimizdendir. 23 Şubat 1919'da, önce İngiliz kuvvetleri tarafından işgal edilen Maraş, 8,5 ay sonra da Fransız kuvvetleri tarafından işgal edilir. Fransız kuvvetlerinin şehre girişleri yerli Ermeniler tarafından büyük bir coşku ve sevinçle karşılanır. İşgalin başlamasından üç gün evvel, Ermeni komiteci Agop Hırlakyan, davulcu Abdal Halil Ağa'ya gelerek, Fransız komutanın şehre girişinde birkaç davulcunun çalmasını ister. Fakat Abdal Halil Ağa; Bu din bahsidir, memleket bahsidir beyim, aha şu davulumun kasnağını altın ile doldursan, bu çomak bu davula vurmaz. Ben gardaşlarımın bağrına çomak sokamam der. Fransız işgalinin ikinci günü, bir grup Fransız ve Ermeni askeri devriye gezerken, Tarihi Uzunoluk Hamam'ından çıkan iki Müslüman Türk Kadınına yaklaşarak Burası Türklerin değildir. Burada artık bu şekilde peçeli gezemezsiniz diyerek onların peçelerini açmaya çalışırlar. Olay yerine ilk yetişen Çakmakçı Sait isimli genç, mütecaviz askerlere karşı koymaya çalışır, fakat gözü dönmüş düşmanların kurşunlarına hedef olarak ağır şekilde yaralanır. İşte tam o esnada hamam'ın karşısındaki sütçü dükkânında olayı seyreden Sütçü İmam, tabancasını çekerek olaya müdahale eder. Durun bire densizler. Yaptıklarınız yetti artık. Bugün namus günüdür. deyip silahını ateşler; bir işgalci askerini öldürür, ikisini de ağır biçimde yaralar. Türk Milletinin namus ve şerefine uzanmak isteyen menfur eli daha orada kırıverir. Bu kurşun, Türk İstiklal Mücadelesi'nin de ilk kıvılcımı, adeta ilk müjdecisidir. 27 Kasım 1919 gecesi Ermenilerin ileri gelenlerinden Hırlakyan'ın evinde işgal komutanının şerefine bir balo tertiplenir. Baloda komutanın dansa davet ettiği genç Ermeni kızı Sizinle dans etmekten mazurum. Çünkü kendimi esarette hissediyorum Kalede Türk Bayrağı dalgalandığı sürece, sizinle dans edemem! diyerek teklifini reddeder. Bunun üzerine askerlerine derhal emir veren komutan, Kaledeki Türk Bayrağını indirtir. 28 Kasım 1919 Cuma günü Maraş'ın kara sabahıdır. Yatağından kalkan Maraş'lılar, asırlardan beri kale burcunda dalgalanan şanlı bayraklarını göremezler. Bir Milletin İstiklaline son verilmesi anlamına gelen bayrağının indirilmesi karşısında Maraşlılar sessiz kalmazlar tabii. Cuma namazı vakti, halk Ulu Cami'ye toplanır. Cami imamı Rıdvan Hoca; Aziz Cemaat, Kalesinde düşman bayrağı dalgalanan bir millet hürriyet'ini kaybetmiş sayılır. Hürriyet olmayan bir yerde cuma namazı kılmak caiz değildir.  diye bir hitabede bulunur. Bunun üzerine Maraşlılar topluca kaleye hücum ederek, indirilen bayrağı yeniden kale burçlarına diker ve cuma namazını orada eda ederler. Bu olayın ardından şehir adım adım savaşa sürüklenir. Aslan Bey başkanlığında kurulan Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, her mahallede teşkilatlanarak faaliyete geçer. 21 Ocak 1920 günü şehir harbi başlar. Maraşlılar 7 den 70'e silaha sarılarak tek yürek tek bilek halinde bütün mevcudiyetini ortaya koyarlar. Geceli gündüzlü 22 gün süren bir mücadelenin sonunda,  kendilerini yok etmek isteyen düşmanı ve yerli işbirlikçileri mağlup ederek büyük bir zaferi tarihe altın harflerle yazdırmış olurlar. Maraş'ın düşman istilasından kurtulması, İstiklal Harbinin de ilk hareketini teşkil eder. Maraş, daha o tarihte Kendini Kurtaran Şehir unvanı ile anılmaya başlar. Maraşlıların bu şanlı mücadelesi bir anda bütün ülke sathını ihtizaza getirir. Sonraki günlerde bütün Müslümanlar şehirlerini ve vatanlarını savunmak ve işgal kuvvetlerini yurtlarından çıkarmak için cansiperane mücadele etmeye başlarlar. O tarihten sonra, Kahramanmaraşlılar 12 Şubat'ı şehirlerinin Fransız işgalinden kurtuluş yıl dönümü olarak kutlaya gelmişler. Her sene o tarihte, şehirde coşkulu bayramlar yapılıyor. Her mahallenin gençleri temsili çeteler oluşturuyorlar. Bir hafta öncesinden yöresel elbiselerini giyip, silah ve pusatlarını kuşanan bu gençler şehirde tam bir Osmanlı havasını estiriyorlar. Herkeste bir heyecan, bir sevinç… Ama ben bu kardeşlerimizin duydukları heyecan ve coşkuyu çok duyamıyorum. Çünkü Sütçü İmam'ın, Abdal Halil Ağa'nın, Rıdvan Hoca'nın, Aslan Bey'in, Ali Sezai Efendi'nin, Mıllış Nuri'nin ve daha nice yiğitlerin ruhlarının, İslam'ın içine düştüğü son manzaralar karşısında hazin hazin ağladıklarını hissediyor ve bizlere manen: Hey gidi mirasyedi yaramaz çocuklar! Netice-i hayatımız siz misiniz? Hayatımızı ortaya koyarak kovduğumuz, Fransız, Ermeni, İngiliz vs. din düşmanları, siz vefasız torunların dinde ki gevşekliği yüzünden şehrimizi ve ülkemizi manen esaret altında almışlar. Yazıklar olsun size! dediklerini duyar gibi oluyorum. Öte yandan,  Bu Kur'ân, İslâmların elinde bulundukça biz onlara hâkim olamayız. Ne yapıp yapmalıyız, bu Kur'ânı onların ellerinden almalıyız, yahut Müslümanları Kur'ân'dan soğutmalıyız.  diyen, İngiliz Müstemlekât Nazırı Gladiston'un; İşte asıl bundan sonraki Türkler bir daha eski satvet ve şevketlerine kavuşamayacaklardır. Zira biz onları maneviyat ve ruh cephelerinden öldüreceğiz. Diyen, Lord Gürzon'un; Maraş'a giren Fransız askerlerini davul zurnayla, kendinden geçerek karşılayan Ermeni komiteci Agop Hırlakyan'ın ve daha nice İslam düşmanlarının nefeslerini ensemde hisseder gibi oluyorum. Her birinin bir köşede durup, Müslümanların vaziyetleri karşısında kahkahayı basıp, muasırları olan ecdatlarımızla alay ettiklerini görür gibi oluyorum. Birisi oradan: Ey Sütçü İmam!  Ey namusunuza uzattığımız eli kıran adam! Sen Müslüman kadının peçesine ilişilmesine tahammül edemiyordun. Ama biz, on iki yıl sonra, senin torunlarından dünya güzeli seçip, onu bütün âleme teşhir etmekle senden intikamımızı kat be kat aldık diyerek Sütçü İmam'ın ruhuyla alay ediyor. Bir başkası: Ey Rıdvan Hoca! Ey halkı galeyana getirip bayrağımızı kaleden attıran İmam! Sen kalede bayrak görmekten rahatsız oluyordun ama biz şu anda, sizin gençlerinizin giydikleri elbiselerde kendi bayrak ve yazılarımızı onlara seve seve taşıttırıp, reklâmımızı yaptırıyoruz. diyerek Rıdvan Hoca'nın ruhuyla alay ediyor. Diğer taraftan Ermeni Agop Hırlakyan,  Abdal Halil Ağaya: -Davulumu altın ile doldursanız yine çalamam, bu din bahsidir- diyordun. Sen çalmadın ama biz çok az bir zaman sonra, uğruna mücadele ettiğiniz torunlarınıza en alçak menfaatleri için mukaddesatlarını feda ettirdik. diyerek, Halil Ağa'yla manen alay ediyor. Ey! Asırlardan beri Kur'ân'ın bayrakdarlığı vazifesiyle cihanda en mukaddes ve muhterem bir mevki-i muallâyı ihraz etmiş olan ecdadın evlâd ve torunları! Daha ne zamana kadar ecdadınızı ağlatıp, İslam düşmanlarını güldüreceksiniz?

İdare İdare 01 Şubat
Konu resmiBir İnsan ki...
İnsan

Bir insan ki; küçük bir çocuğun, küçük kuşunun vefatına taziyede bulunuyor. Onunla (onun anlayacağı dil ve üslup ile) dertleşip teselli ediyor. Hanımıyla yarış yapıyor. Bazen geçip ve bazen de geri kalıyor. Yanında korkudan titreyen bir kişiye, ben kurutulmuş et yiyen bir kadının evladıyım diyecek kadar alçak gönüllü ve mütevazı. Aynı insan, huzurunda, şecaat kahramanı Hz. Âli'yi titretecek kadar azametli. Aynı insan miraçta, gök ehlini selamlayacak kadar ulviyetli. Bir insan ki; masumiyet kelimesi O'ndan alır manasını. Asalet kelimesi, O'ndan alır feyzini. Vakar kelimesinin manasını tanımlayan o'dur. Ve merhamet O'nda tecessüm etmiştir. Bir adam ki; adam gibi denildiğinde anlatılmak istenen ve hayal edilen ve zihinlerde tasavvur edilen bütün hasen ahlaka ve bütün Memduh kemalata ve aşıkunun meftun olduğu bütün cemalata sahiptir. Bir yetim ki; âlemlerin sahibi, O'nun bakım ve himayesini kimseye bırakmayıp bizzat korumuş. Ne babasını görebilmiş, ne annesine doyabilmiş, ne de muhterem dedesini doyumluk görememiş. Her şeyin hakiki vekili ve kefili olan Allah (cc)hem vekâlet ve hem de kefalet etmiş. Bir masum ki; ardından hile çeviren ve planlar yapan ve tuzaklar hazırlayanların sayısı ne birdir ve ne de bindir. Böyle iken O'na hazırlanan bütün suikastlar akim kalır. O'na hazırlanan bütün tuzaklar neticesiz kalır. O'na yapılan bütün planlar bozulur. O'na hürmetsizlikle uzanan bütün eller büzülür. Bir sadık ki; gökte bir elif çizer, Ay O'nu doğrulamak için yarılır. Bir ağacı çağırsa yerinden çıkıp davasını doğrular. Bir kertenkeleye bile sorsa ben kimim? Sen Allah'ın Resulüsün der ve davasını doğrular. Bir dilsize sorsa ben kimim? Hemen dile gelir ve davasında O'nu doğrular. Bir sadık ki; hayatının evvelinde, ahirinde, gizlisinde, açığında, hiddetinde, sükutunda, hatta şakasında da ne bir yalan ve ne de yalanı işmam eden bir söz, bir hal, bir tavır görülmemiş. Bir sadık ki; verdiği hiçbir haber ihbarını zıddıyla vaki olmamış. Ve vaki olmayacak hiçbir şeyi haber vermemiş. Verdiği bir haberin doğruluğu için arz vazifesini aksatmış. Bir hatip ki; ne çocukluğunda, ne gençliğinde, ne ihtiyarlığında, ne sevincinde ve ne de en mahzun hallerinde, ağz-ı mübarekinden; kışır veya kabuk nevinden lüzumsuz bir kelime veya cümle çıkmamış. Bir nur ki; O nura bakmakla nurlandı bütün gözler. O nura yönelmekle çürümekten kurtuldu özler. O nura söylenince butlandan kurtuldu sözler. O nura tabi olmakla ebeden kurtulduk bizler. Bir şerif ki; zayıf bir eşeğe binse iltifattan en öne geçer. Bir deve dokunsa, sevinçten tırıs koşar. Müşrik bir kalbe dokunsa, imanla dolup taşar. Bir şehre girse, bütün şehirlere Sertaç olur. Bir haneye girse bolluktan taşar. Bir yüze dokunsa kandiller gibi yanar. Bir başı mesh eylese, doksan yaşında da genç kalır. Bir saçı sıvazlasa sevincinden simsiyah kalır. Bir mübarek ki; girdiği bütün haneler berekete boğulur. Bir suya nefes etse miskler gibi kokar. Bir kuyuya tükürse nehirler gibi coşar. Bir yemeğe dokunsa bir dua etse, üç kişilikken, o iltifattan yetişir üç yüz kişiye. Girdiği beldeler hep yağmur görür. Bir adil ki; bazen harp meydanında incittiği askerine kısasa izin verir. Bazen dağdaki kurtlar gelip O'ndan hak talep eder. Aşırı yük çekmekle ve türlü eziyetle incinen bir deve derdini O'na şikâyet eder. Kızım Fatıma da olsa çalanın elini keserim der. Kuvvetsiz mazlumlar O'nunla kuvvet bulur. Kuvvetli zalimler O'nunla zayıf kalır. Bir dâî ki; her ne vakit, her ne için, her nerede, her ne şekilde, her neyi kastederek, her ne ölçüde dua edip istiyor. Hem istediği anda, istediği şekilde, istediği yerde, kastettiği surette ve ölçüde veriliyor. Demek bütün dualara yegâne icabet edici olan Zat-ı zülcelalin katında o kadar sevgilidir ki, hiçbir duasını ve ricasını ve niyazını kırmıyor veya kıramıyor. Bir kumandan ki; harpte kılıcı kırılan aslan yürekli ve teslimiyetine bir hudut tayin edemeyeceğimiz bir askerine kuru bir çubuğu verip el'avn kılıcına çevirir. Bir kumandan ki; kolu koparılmış bir askerinin kolunu bir nefes ve bir mesh ile yerine yapıştırır ve tekrar harbe yollar. Bir kumandan ki; ordusuna taarruz eden bin adet düşmana bir ŞÂHETÜL VÜCUH der, bin sayha olarak kulaklarına çarptırır. Bir avuç toprağı bin adet küffara bin avuç olur. Her birinin gözüne birer avuç doldurur. Bir kumandan ki; ani bir baskınla neredeyse tamamı dağılmış olan ordusunun en zor anında ve kendisi de en korunmasız, savunmasız anında, avcı hattında şecaat-i kutsiyesiyle ileri atılıp, gök gibi gürleyen ve şimşek gibi şakıyan ve Ben Allah'ın Resulüyüm diyerek davasındaki nihayet vüsukunu gösteren bir kumandan. Bir vezir ki; O'nun gelişiyle cümle âlemler şenlenmiş. Bütün mahlukat envaı, gelişiyle şereflenip O'na hoş amedi etmiş. Hem de birer mucizesine mazhariyetle O'nu davasında tasdik etmiş. Bir nebi ki; Hz. İsa (as), O'nun ümmetinden olmayı dilemiş. Yâ Muhammed! (asm) Vicdanıma sordum. En samimi, en halis ve en derinden gelen ve beni asla şaşırtmayan ve kendisi de asla şaşmayan ve daima (sırf) iyinin ve doğrunun tasdikçiliğini yapan edasıyla ve bütün kuvvetiyle bağırıyor. Seni tasdik ediyor. Ra'd kuvvetinde haykırıyor ki; Yâ Muhammed! (asm) sen Allah'ın elçisisin. Sen Habib-i Rabbül âleminsin. Sen hatemül enbiyasın. Sen mahbub-u mahlukatsın. Zatını görmedim fakat feyzini alıyorum. Sen manevi bir güneşsin. Vicdan aynamda aksini görüyorum. Bunu bizzat yaşıyorum.

Murat İNCEİMAMOĞLU 01 Şubat
Konu resmiİnanmış insandan daha güçlü silah yoktur

AS-DER BAŞKANI, EMEKLİ TUĞGENERAL ADNAN TANRIVERDİ: Mülâkat: Ömer EREM Fotoğraf: Hamza SEMİZ Adaleti Savunanlar Derneği;  hak ve özgürlükleri ihlal edilenler ile her alanda "adaletin" ve "hukukun üstünlüğü  ilkesinin" hayata geçirilmesi idealine hizmet etmek isteyenlerin hukuki mücadele platformudur. Adaleti Savunanlar Derneği, toplumun bu adalet arayışına cevap verecek hizmetler ortaya koymak üzere2000 yılında kurulmuş ve çalışmalarına başlamıştır. Çalışmalarına İstanbul Cağaloğlu'ndaki merkezinde devam eden AS-DER DERNEĞİ, aynı zamanda İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği (İDSB) üyesidir. Dernek hakkında detaylı bilgiye ulaşmak isteyen okurlarımız www.as-der.org.tr adresinden faydalanabilirler.   Şu an Gazze'de ciddi bir insanlık dramı yaşanıyor. Bu durumu askeri açıdan nasıl değerlendirebiliriz. Burada bir tarafta gayri meşru bir işgal devleti var, İsrail. Diğer tarafta her yönüyle ablukaya alınmış Filistin Devleti. Bir tarafta dünyayla irtibatı açık, her türlü modern silahı ülkesine getirebilen, silahlı kuvvetlerini organize edip eğiten, dünyadaki birçok ülkeyle ittifak halinde olan bir İsrail. Öbür tarafta da dış dünyayla irtibatı kesik, özellikle Batı Şeria'da kendi yerleşim birimleri ile bile irtibatı İsrail kontrol noktaları vasıtasıyla bölünmüş, Gazze'de ise tamamen kuşatılmış, deniz tarafı da ablukaya alınmış bir Filistin Devleti var. Tabi dünyadan yeterince destek alamadığı için sesini de duyuramayan bir Filistin, ancak gayri nizami yöntemlerle varlığını devam ettirme mücadelesi veriyor. Askeri açıdan bakarsak Filistin gayri nizami harp icra ediyor, bugün buna asimetrik savaş deniyor. İsrail ise son teknolojinin kullanıldığı silahlarla beraber, Hamas kuvvetlerine karşı yeni geliştirdiği taktiklerle de halkı tamamen yok etmeye yönelik bir hareket içerisinde. Kullanılan silahların yasak olduğu sık sık söyleniyor medyada. İsrail umursamıyor. Silahların bu tür saldırılarda nizami olduğunu ve Hamas'ı takip ettiğini iddia ediyor. İçinde asker dahi olsa bir sivil yerleşim yerine bu tür silahlarla bir saldırı yapmak ne kadar nizamidir? Olaya savaş hukuku açısından bakarsak Cenevre Sözleşmesi'ne göre dört madde var bununla ilgili. Birisi savaşta düşmanın kara kuvvetlerine yapılacak işlemler. Yani her iki tarafın karşı tarafın kara kuvvetlerini ele geçirdiği zaman yapması gereken muamele. İkinci madde esir düşmüş düşmanın deniz personeline yapması gereken insani muamele, üçüncüsü harp esirlerine muamele, dördüncüsü ise sivillere yapılması gereken muameledir. Şimdi burada baktığımızda İsrail asker-sivil, çocuk-yaşlı, kadın-erkek hiçbir ayrım yapmadan bombalıyor. Askeri tesis, sivil tesis, hastane, okul, ibadethane hiçbiri ayrım yapmadan nereyi istiyorsa veyahut nereden şüphe ettiyse orayı bombalayarak, savaş hukukunun da dışında bir yok etme faaliyeti içerisinde. Bölgede ateşkesi Hamas mı bozuyor yoksa İsrail mi? Bu neye benzer biliyor musunuz? Elini kolunu bağlamışsınız bir insanın, etrafında cirit atıyorsunuz. Sürekli rahatsız ediyorsunuz. O adam biraz üflediğinde sen niye üflüyorsun diyorsunuz. Mesela batı Şeria'da işgalden bu güne kadar başlangıçta kanton kanton ayrıyken İsrail, şimdi birleşik bir toprak haline gelmiştir. Buna karşı bütün olan Filistin toprakları parça parça yerleşim birimleri haline getirilmiş. Bir Filistinli kendi köyünden başka bir köye gideceği zaman kontrol noktasında olmadık hakaretlere maruz kalıyor. Bu hakaretlere dayanamayan biri çıktığında katliama sebep oluyor. O zulme uğrayan adam sebep gösteriliyor, hakarete karşı çıktı diye. İsrail'in ordusu hakkında sayısal bilgiler vererek İsrail'in çok uzun süre saldırıya devam edemeyeceğini söylüyorsunuz. Gerçekten İsrail kısa zamanda ateşkes istedi. Gerçekten İsrail bölgede uzun soluklu bir saldırı yapamaz mı? Neden? Tabi şimdi İsrail'in coğrafyası küçük. Savaş sıkıntı demektir. Arazide, soğukta-sıcakta, tehdit altında uzun bir zaman sinir kuvveti ister, âhiret inancı ister, mukavemet etmek ister ve askerini oraya bağlamayı gerektirir. O bakımdan İsrail kısa sürede sonuç almak durumundadır. İsrail halkı lükse alışmış zengin bir millettir. Dünyanın her tarafından besleniyorlar. Psikolojik olarak uzun süreli savaşa hazır değiller, ikincisi de nüfus açısından savaşı kısa tutma gibi zorlayıcı etmenleri var İsrail'in. Mesela 67 savaşı yedi gün savaşı diye anılır. 2006 da Lübnan'da 33 günden fazla duramadı. Yani belirli bir süreden fazla götüremez savaşı İsrail. Gazze'de de hem Hıristiyan âleminin yılbaşı tatilini hem de Obama'nın henüz başkanlığa başlamamasını dikkate alarak bu işi bitirelim diye planladılar. Peki bu ateşkesin Filistinliler açısından şartları nasıl olmalıdır? Oradaki verilen zarar tazmin edilmelidir. Hamas meşru bir hükümet olarak kabul edilmelidir. Etrafındaki kuşatma kaldırılmalıdır. Gazze dünyayla serbest diyalog kuracak bir duruma getirilmelidir. Barış ise çok farklıdır. Kalıcı bir barış için İsrail işgal ettiği Kudüs dâhil tüm topraklardan çekilmelidir. Gazze saldırılarında İsrail askerî amaçlarına ulaştı mı? İsrail'in amacı mağlup etmek değildi. Buradaki hedefi Gazze'yi tam kontrol altına almaya bir adım daha yaklaşmaktı. Aynı zamanda da tüm dünyaya gözdağı vererek Kimse bizi durduramaz! mesajını vermek istediler. Bu hedeflerine de kısa vadede ulaştı diyebiliriz. Daha fazlasını bir daha ki safhaya bıraktı. Peki bundan sonra önemli sayılabilecek ne yapılabilir? Şimdi önemli olan bir dahaki sefere İsrail'i bu kazanımlarla başlatmamaktır. Eğer bu kazanımlarla başlarsa bütün hedefleri ele geçirmiş olur. Artık maalesef Filistin halkı bu periyodik saldırılara alıştı. Gazze'de beklenen bir sonraki aşama sizce ne olabilir? Bir sonraki aşama, kıskacı biraz daha daraltmaktır. Batı Şeria örnek buna. Başlangıçta bir bütündü şimdi paramparça oldu. Gazze şeridi şu an bütün. Gazzeyi de Batı Şeria gibi parçalamak istiyorlar. Buradaki tüm yerleşim yerlerini kuşatarak aralarına Yahudi yerleşim yerleri kurmak istiyorlar. Birleşmiş Milletler kapsamında bir barış gücünden bahsediliyor. Ülkemizin de asker gönderebileceğinden bahsediliyor. İsrail böyle bir durumu nasıl karşılar? İsrail böyle bir barış gücünü, kedi kontrolünde olmasını istediği bir yere kabul etmez. Özellikle Türkiye ve İslam ülkelerinin asker göndereceği bir barış gücünü oradaki Filistinlilere insanca davranırlar diye kabul etmez. Ama mesele İsrail'in insafına kalmamalıdır. Kalırsa Filistin halkı bu ıstıraptan kurtulamaz. İslam ülkeleri arasında bir savunma gücünün bulunmaması, İsrail'i askeri hareketlerde pervasızlaştırıyor. Buradaki insanlar Müslüman oldukları için bu ceza onlara müstahak görülüyor. O bakımdan İsrail'e tepkiler canlıyken, Türkiye'nin önderliğinde bir savunma işbirliği oluşturulabilse, İsrail saldırılarında çok ciddi caydırıcılığı olacaktır. Başka türlü İsrail'in bu taşkınlıkları önlenemez. Bu bölgedeki Filistinli Müslümanların cesaretleri, azimleri bölgede yenilmelerini engelliyor değil mi? Yok olmalarını engelliyor. Savaşlarda hedef, muhasımın savaşma iradesini kırmaktır. Yani kendi iradesini ona kabul ettirmektir. Bu irade kabul ettirilmedikten sonra savaş kazanılmış sayılmaz. Yani Filistin'e mağlup olduğunu kabul ettirmediği veyahut mukavemet iradesini kaybettirmediği sürece, Filistin savaşı kaybetmiş sayılmaz. O bakımdan Filistinlilerin bu direnişi takdirle karşılanacak bir direniştir. Ama maddi olarak da çok ciddi bir yetersizlik, dengesizlik var. Bu durum da Filistin'in kazanmasını engelliyor… Filistin tek başına bu vahşet politikasının üstesinden gelebilir mi yoksa mutlaka İslam âlemi bir müdahale de bulunmalı mı? Mutlaka. İslam ülkelerinin bir fon oluşturması gerekiyor. Filistin hükümetinin yıllık bütçesi İslam ülkelerince paylaşılmak suretiyle her ay bir miktar toplanarak karşılanmalıdır. Gerekirse Filistin halkı hane başına veya insan başına maaşa bağlanmalıdır. Çünkü Filistinliler İsrail'in müteakip hedeflerini düşündüğümüzde İslam âlemini Ortadoğu'yu Türkiye dâhil diğer ülkelerin de savunmasını sağlıyor. Bu, şu demek: Filistin burada bütün İslam âleminin askeri. Biz Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak kendi silahlı kuvvetlerimizden ne bekliyoruz? Ülkenin savunmasını. Bu görev için askerimize maaş veriyoruz, iaşesini karşılıyoruz, yediriyoruz, içiriyoruz bir masraf yapıyoruz. İşte Filistin de İslam âleminin askeridir. Bizler bu askerleri beslemek mecburiyetindeyiz. Peki başka ne yapılabilr? İsrail nasıl bir devletse Filistin de bir devlettir. İsrail'in nasıl bir ordusu varsa Filistin'in de bir ordusu olmalıdır. İslam ülkeleri her biri bir araç bağışlasa, diyelim ki biri bir savaş gemisi bağışlar, başka biri bir denizaltı hibe eder, uçak hibe eder,  başka biri ülke topraklarında Filistin için bir üs açar. Amerika'nın Türkiye de bir üssü yok mu? Bir de Filistin'in olur mesela. Böyle bir kuvvetin varlığı az da olsa caydırıcıdır. Bu şimdi bir hayal gibi görülebilir ama tüm icraatlar hayallerle başlar. Bu son Gazze saldırısı da olayın artık kırmızıçizgilere doğru gittiğini gösteriyor. Bundan birkaç adım ötesi artık Filistin'in olmaması anlamına geliyor… Ülkemize tedaviye gelen bir Gazzeli yaralı Gerekirse bizler Filistin'de açlıktan ağaç yaprağı yeriz ama davamızdan vazgeçmeyiz! diyor… Bir başkası İslam âleminin izzetini Filistin'de çiğnetmeyiz diye haykırıyor… Filistinlilerin İslam âleminden bir yardım umutları var mı? Yoksa artık bu iş bize kaldı diye mi düşünüyorlar? Filistinliler bugüne kadar başkaları yardım etsin diye mukavemet göstermediler. Ama özellikle bu son Gazze saldırısında Türkiye'deki halkın duyarlılığı onlara büyük moral verdi, bu çok önemli. Şöyle bir söz vardır: İnanmış insandan daha güçlü bir silah yoktur. Eğer Filistinlilerin moralleri yüksek olursa bu mukavemeti kırmak mümkün olmayacaktır. İsrail dünya kamuoyuna öyle bir Hamas portresi çiziyor ki sanki ordular denkmiş gibi… Hamas'ın durumu nedir şu an bölgede? Silahların etki alanları önemlidir. Filistinlilerin elinde şu an 30–40 km lik menzilli füzeleri, bir de piyade silahları var. İsrail eğer şehirlerin içine girseydi çok büyük zayiat verirdi. Onun için savaş taktiği olarak şehirlere girmedi İsrail. Uçaklarla ve füzelerle bombaladılar, sonra kara birlikleriyle şehirleri kuşattılar. İsrail yakın muharebeden hep kaçındığı için Gazze'de yeteri kadar etkili olamadı. Ama bir şehir meskun mahal muharebesiyle ele geçirilir. İsrail'in de bunu yapacak cesareti ve özgüveni yok. İsrail İslam âleminin nerdeyse tam ortasında bulunuyor. Neye güvenerek bu tür bir vahşete girişebiliyor?  İsrail Batı'ya ve İslam âleminin sindirilmişliğine güvenerek yapıyor bunları. Birçok İslam ülkesinden kınama kararları bile çıkmadı İsrail'e karşı. Çevredeki ülkeler batıyla olan ilişkilerinden dolayı İsrail'e açık cephe almaktan çekiniyorlar. Eğer Türkiye'nin başını çektiği bir savunma işbirliği olsa İsrail bu kadar pervasız olamaz. Sizce önümüzdeki on yılda bölge nelere gebedir? Askeri bir tahmin yapabilir miyiz?  Artık Amerika'nın tersyüz olduğunu düşünmek lazım. Ortadoğu'nun aktörleri Amerika, Türkiye, İsrail ve İran'dır. İkincisi bu son Gazze saldırısı, Türkiye-İsrail ilişkileri için bir dönüm noktasıdır. Bundan sonra bundan önceki işbirliği gibi bir ilişki kurmak isteyen hükümetleri kamuoyu zorlar. Yani Türkiye ve İsrail arasında bir uzaklaşma periyodu başlamıştır. Yaklaşık 60 islam ülkesi var. Bunların içine devlet tecrübesi olan Türkiye, İran ve biraz da Mısır var. İşte Türkiye'nin bu tür çıkışları İslam âlemini etrafında toparlar. On yıl içerisinde daha bütün bir İslam âlemi olacağına, zaten var olan bir Türk-İslam birliği, bir Arap birliğinin yanında, yakın doğuda İran-Türkiye-Pakistan birlikleri, Kuzey Afrika birlikleri gibi İslam âleminin biraz daha aşama kat edeceğine inanıyorum. Amerika'nın ekonomik krizden dolayı bölgedeki etkisinin azalacağı ve İsrail'in hedeflerinin kısıtlanacağı bir on yol bekliyorum.  Verdiğiniz bu kıymetli bilgiler için teşekkür ediyoruz. Allah razı olsun…..

İdare İdare 01 Şubat
Konu resmiEşyanın Mülk ve Melekut Cihetleri

Eşyanın mülk ve melekut ciheti tabirleri Risâle-i Nur'un çeşitli yerlerinde geçen önemli ıstılahlardandır. Bu ıstılahların anlaşılmasının, Kudret-i İlâhiye'nin nihayetsizliği, Kader meselesi, şerlerin yaratılışı meselesi gibi mevzuların anlaşılmasında önemli katkıları vardır. Bu yüzden söz konusu bahislerin geçtiği bazı yerlerde onlara dayalı açıklamalar yapılmıştır. MÜLK CİHETİ VARLIKLARIN İNSANLAR TARAFINDAN ALGILANAN ŞEKLİDİR Mülk ciheti eşyanın, sırf insana görünen kısmıdır ki eşyanın gerçek hakikati bu değildir. İnsan varlıkları algılarken, 1- Zahiren sebebleri (varlıkları) iş yapar ve kudret sahibi gibi görür. 2- Âlemde ve yaratılmışlar içinde şerlerin ve çirkinliklerin vücud-u hakikileri, yani gerçek bir varlıkları varmış gibi görür. 3-Yaratılan şeylerin bazısı bazısından daha zor ya da daha kolaymış gibi görür. Hâlbuki bu üç temel bakış da tamamen insanın iç dünyasında oluşmakta olup kâinatın ve yaratılışın gerçekliği bu değildir. Bu farklı görüşün sebebi, insanın yaradılış ve hissiyatının eşyanın hakikatini, yani melekut cihetini algılamaktan aciz oluşudur. Aslında mülk ciheti şu kâinattan insanın ruhuna akseden hususi dünyasından başka bir şey değildir. Melekutiyet ciheti ise, eşyanın hakikatidir. Allah tarafından yaratıldığı gibi, her an onun var etmesiyle varlığı devam edebilen kâinatın gerçek hâli,  Allah'ın görüp bildiği şekildir. Kâinatın bu gerçek yönünde; 1- Allah'dan başka hiçbir şeyin, gerçekten bir iş yapmadığı görünür. 2- Şer ve çirkinliklerin gerçekten mevcut olmadıkları ve asıllarının adem, yani yokluk olduğu görünür. 3- Eşyanın iş ve etki yapma kabiliyeti bulunmadığı için kudret-i ilâhiyeye de hiçbir etkilerinin bulunmadığı görünür. Bu yüzden kudrete nisbetle, kâinatın tamamı ile bir zerre aynı derecede kolaydır. Yani kâinat daha zor da olsa kudret sonsuz olduğu için fark etmez düşüncesi de tam isabetli değildir. Çünkü kâinat kudrete nisbetle daha zor da değildir. Bu hakikati Risâle-i Nur'un çeşitli, yerlerinde izah edilmiştir. Onlarda birisi şöyledir: Mülk ve zahir veçhinde, kudret-i Samedaniyenin izzetine ve kemaline münafî hâlât vardır. Esbab, o hâlâta hem merci, hem medar olmak için vaz'edilmişler. Fakat melekutiyet ve hakikat canibinde, herşey şeffaftır, güzeldir. Kudretin bizzât mübaşeretine münasibdir, izzetine münafî değildir. Onun için esbab sırf zahirîdir, melekutiyette ve hakikatte tesir-i hakikîleri yoktur. (Tılsımlar, 22. Söz) Üstteki iktibasta, mülkün zahirle; melekutun da hakikatle eş anlamlı olarak kullanılması, bahsettiğimiz hakikate ışık tutmaktadır. İNSAN İÇİN EŞYANIN MELEKÛTUNU GÖRMEK MÜMKÜN MÜDÜR? Her mümin mesela güneşe mânâ-yı harfi ile bakarak güneş kendisinden çok yaratıcısını gösteriyor diyebilir. Fakat eşyanın melekutiyet cihetini görebilmek, ancak Allah'ın kendisine olan bir ihsanıyla sebebler tamamen nazarından silinen ve her şeyi hayır ve nurani gören zatlara mahsustur. Ayrıca, bu zatlar her zaman melekutu müşahede ederler diye bir şart da yoktur. Üstad Bedîüzzaman evliyanın eşyanın melekutunu görebilenlerine şu cümlesiyle işaret eder: (Kur'ân'daki meziyet) Ne, melekute geçen evliyaların eserinde; ne, umurun bâtınlarına geçen İşrakiyyunun kitablarında; ne, âlem-i gayba nüfuz eden ruhanîlerin maarifinde hiç bulunmuyor. (25. Söz) Kur'ân-ı Kerim'deki, İbrahim'e Semavat ve arzın melekutunu gösteriyorduk âyeti de bu manaya işaret ediyor gibidir. (En'am suresi, 75) MELEKÛTİYET-İ EŞYA İLE ÂLEM-İ MELEKÛT FARKLIDIR Âlem-i mülk ve melekut tabirleri ile eşyanın mülk ve melekut cihetleri arasında farklılık vardır. Tabirlerin benzerliği bu farkın gizlenmesine sebeb olabilmektedir. Melekut, melekler demek değildir. Saltanat manasına gelen mülkün mübalağalısıdır ve ilahî saltanatın haşmetli ve perdesiz bir şekilde tam görünmesi demektir. Kamus-u Okyanus 3. cild sh.116 da melekut için, Mübalağadır. İzzet ve saltanat ve azamete ıtlak olunur (söylenir). Ehl-i tahkik mülk ü alem-i zahirde (görünen dış alem), melekut u alem-i batında (görünmeyen iç alem) isti'mal ederler (kullanırlar). diyor. Aslında dünya dâhil bütün âlemin hakikati, melekut cihetidir. Fakat dünyada sebebler, insanın nazarında kudret-i rabbaniyeye perde olduğu için saltanatın haşmeti bir nebze gizlendiğinden, buraya âlem-i mülk denilmektedir. Fakat semavat tabakatında ve manevi âlemlerde, esbab perdesi bulunmadığından veya bulunsa bile ora ahalisine perde olamadığından saltanat-ı ilahiyenin haşmeti ve kudret-i Rabbaniye'nin bizzat mübaşereti tam tezahürdedir ve bu sebeble o ulvi âlemlere âlem-i melekut denilmektedir. Yani, âlem-i melekut melekler âlemi manasında değildir. Oralar meleklerin de meskenleri olmasından melekutun melekler manasına geldiği zannolunmaktadır. Netice olarak; âlem-i melekut ve âlem-i mülk ifadesiyle iki çeşit alem ve mekan kasd olunurken; eşyanın mülk ve melekutu ifadeleriyle tek bir eşyanın veya alemin zahiri görünüşü veya hakiki mahiyeti kasd edilmektedir.

İdare İdare 01 Şubat
Konu resmiAllah neden kadın peygamber göndermemiştir?

www.sorusorcevapbul.com Soru-Cevap Allah neden kadın peygamber göndermemiştir? (Ey Resulüm!) senden önce de kendilerine vahyeder olduğumuz erkeklerden başkasını (peygamber) göndermedik. (Ve siz ey müşrikler) eğer bilmiyorsanız o halde ehl-i zikre (iyi bilenlere) sorun! (Nahl/43) Kadının mizacı, peygamberlik vazifesine uygun değildir. Peygamberlik vazifesinin elbette gayet ağır şartları vardır. Kadın ise yaratılışı ve mizacı itibariyle bu ağır görevin sorumluğunu taşımaya elverişli değildir. Gerçi Allah (cc) dilerse bir kadına da o gücü ve tahammülü ihsan edip sonra da ona peygamberlik verebilir. Fakat bu, onun yaratılışını ve mizacını bir erkek mizacına dönüştürmek demek olur. Binaenaleyh insanlar içinde peygamberlik göreviyle görevlendirilecek kimselerin de sıradan erkeklerden değil, onlar arasında en seçkin, en iradeli ve en güçlü kimselerden seçilmiş olması da ilâhî hikmet icabıdır. (Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri) Kadının biyolojik yapısı, peygamberlik vazifesine uygun değildir Kadının biyolojik yapısı da bu ağır vazifeyi yüklenmeye uygun değildir. Kadınların belli günlerinde ibadete mani hallerinin olması ve çocuk sahibi olmaları gibi peygamberlik vazifesini yapmaya mani durumları vardır. Bu sebeple ümmetlerine hem imam, hem önder, hem de yeri geldiğinde kumandanlık vazifesi yapan peygamberlerin kadın olması elbette düşünülemez. İmam-ı Eşari'ye göre, Allah, kadınlardan resul göndermemiş fakat nebi göndermiştir Resul; yeni bir kitap ve yeni bir şeriat ile bir ümmete veya bütün beşeriyete Allah tarafından Peygamber olarak gönderilmiş olan zattır. Nebi ise; yeni bir kitap ve şeriatla gelmeyip kendinden evvelki Resulün getirdiği kitap ve şeriatı devam ettiren Peygamberdir. Allah kadınlardan resul göndermemiştir. Fakat kadın olmak vahye engel bir hal değildir. Nitekim Cenâb-ı Hakk bazı müstesna hanımlara vahiy göndererek onları nebilerden kılmıştır. İmam-ı Eşari'ye göre kadınlardan altı tane nebiye gönderilmiştir. Bunlar: Hz. Meryem, Hz. Asiye, Hz. Havva, Hz. Sare, Hz. Musa'nın annesi, Hz. Hâcer'dir. (Zebidi, Tecridi Sarih Tercümesi ve Şerhi) Kadınların cazibedar güzellikleri, elçilik vazifesinin kutsiyet, mahiyet ve neticesine manidir Cenâb-ı Hakk erkeği celalî, kadını cemalî sıfatlarıyla donatmıştır. İnsanda da yaratılış icabı güzele perestiş (tapma) derecesinde bir muhabbet bulunmaktadır. Cemalî sıfatların üzerlerinde fazlasıyla görünmesiyle cazibedar yaratılmış kadınlara karşı -oluşabilecek- perestiş derecesindeki muhabbet, Allah ile kullar arasında elçilik demek olan peygamberliğin mahiyet ve ulviyetine münasip düşmeyecektir. Nitekim tarih boyunca insanlar tarafından birçok tanrıçanın ortaya çıkarılması, kadındaki bu fıtri cazibe ve insandaki güzele perestiş derecesindeki muhabbet sebebiyledir. Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda, Cenâb-ı Hakk'ın kadın peygamber göndermemesinde ne kadar büyük hikmetler olduğu elbette anlaşılmaktadır. İnsan kendi kaderini kendisi mi çizer? Kader; Cenab-ı Hakk'ın kâinatta olmuş ve olacak her şeyi ezeli ilmiyle bilip levh-i mahfuzda yazmasıdır. Fakat kader iki kısımdır. Bir kısmına ‘ihtiyari kader' denilir ki; bunda insan iradesinin de rolü vardır. Mesela, insanın mesleğini, çevresini, eş ve arkadaşlarını seçmesi bu kısma girer. Dolayısıyla bu kısımda ‘insan kendi kaderini kendisi çizer' denilebilir. Fakat bu dahi, levh-i mahfuzda yazılı olandan farklı olmaz. ‘Izdırari kader' denilen ikinci bir kısım kader vardır ki, bu kısımda insan iradesinin müdahalesi yoktur. Mesela, insanın ne zaman ve nerede doğacağı, cinsiyeti, anne-babası gibi hususlar bu kısma girer. Izdırarî kaderde Allah'ın külli iradesi esastır. İnsanın cüz'i iradesinin rolü yoktur. Soru: Kitab-ı Mübîn nedir? Kitab-ı Mübin, kâinatın kader kitabı olan Levh-i Mahfuz'un defterlerinden biridir. Yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki, Kitab-ı Mübin'de bulunmasın (En'am, 59) ayeti bize bu kitaptan haber verir. Bu kitabın konusu, yaratılışta câri olan adetullah kanunlarıdır. Kudret-i ilâhiyenin hangi kaidelere göre icraatte bulunduğunu; ve her bir varlığın o kanun ve kaidelere göre şekillenen projelerini içine alır. Bu gün fen bilimleri olarak bilinen bütün bilimler, Kitab-ı Mübin'de yazılan adetullah kanunlarını tarif etmektedir. Bütün âlemde kurulu düzenin sebebi olan bu kudret kanunlarının, yada diğer ifadeyle kitab-ı mübinin varlığını bazı maddeci dinsizler de hissetmişler, Allah'ı ve onun kudretini kabul etmek istemediklerinden tabiat adını vererek, herşey tabiatle oluyor diyerek büyük bir yanlışa düşmüşlerdir.    Şimdi bu özetlemeye çalıştığımız manaların, Risale-i Nur Külliyatında anlatılan şekillerini aşağıya alıyoruz. İcad-ı eşyada tasarrufa medar (varlıkların yaratılışında olan icraatların sebebi) ve kudret ve irade-i İlahiyenin bir ünvanı olan Kitab-ı Mübin (Sözler, Zerre Risalesi) Kitab-ı Mübin, kudret defteridir… Demek o kudret ve iradenin, küllî ve umumî (bütün kâinata bakan) bir mecmua-i kavanini (kanunlar mecmuası), bir defter-i ekberi vardır ki; herbir şey'in hususî vücudları ve mahsus suretleri ona göre biçilir, dikilir, giydirilir (her mahluk o kanunlara göre projelendirir). …(ehl-i dalalet) hikmet ve irade-i Rabbaniyenin o basirane kitabının eşyadaki cilvesini, aksini, misalini hissetmişler; hâşâ Tabiat namıyla tesmiye etmişler (isimlendirmişler), körletmişler. (Sözler, Zerre Risalesi) Kitab-ı Mübin'in mistarı (cedvel) üstünde yazılan şu kâinat kitabının sahifelerine baksan… (Lemalar) Levh-i Mahfuz'un defterleri olan İmam-ı Mübin ve Kitab-ı Mübin'de bütün mevcudatın bütün sergüzeştlerini kaydedip yazan … (Lemalar) Levh-i Mahfuz'un defterleri olan İmam-ı Mübin ve Kitab-ı Mübin'de bütün mevcudatın bütün sergüzeştlerini kaydedip yazan … (Şualar) Çünki zerre gibi bir camid, arı gibi küçük bir hayvan, Kitab-ı Mübin'in mühim ve ince mes'eleleri olan nizam ve mizanı bilemez (düzene katkı sağlayan işlerini kendi yapmış olamaz). (Mesnevî-i Nuriye) Kudret-i İlahiyenin kavanin-i icraatına (icraat kanunlarına) tebeddül ve tegayyür eden (değişken) bir defteri olabilen ve pek yanlış ve hata olarak tabiat namı verilen bir mecmua-i kavanin-i âdât-ı İlahiye (Allah'ın icraat kanunları kitabı) ve bir fihriste-i san'at-ı Rabbaniyeyi (yeryüzündeki sanatların, Kitab-ı Mübin namındaki fihristini) görür. (Tabiat Risalesi) Siz de aklınıza takılan sorulara www.risaleonline.com adresinden cevap bulabilir, arsivimizdeki soru-cevaplardan istifade edebilirsiniz.

İdare İdare 01 Şubat
Konu resmiİslâm Dünyası Gönüllü Teşekküller Filistin için tek yürek oldu

İslam Dünyası STK'ları Birliği (İDSB)'nin daveti üzerine Gazze Konulu istişare toplantısı için MÜSİAD Genel Merkezinde bir araya gelen yüzlerce STK temsilcisi ve önde gelen insani yardım teşkilatları milyonlarca kitlenin ortak vicdanını yansıtan ortak bir duyarlılık gösterdi. İsrail'in Gazze'ye yönelik insanlık dışı saldırılarının hemen akabinde bölgeye giden İHH İnsani Yardım Vakfı, Kimse Yok Mu, Deniz Feneri, Cansuyu, Kızılay ve Yardımeli gibi insani yardım teşkilatları temsilcileri, İDSB kurucu üyesi ve Türkiye'den 130'ı aşkın üyesi bulunan Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı (TGTV) ile geçtiğimiz günlerde kurulan Filistin Dayanışma Platformu istişare toplantısına iştirak etti. SADIKOĞLU: İSTİKAMET ÜZERE YÜRÜMEYE DEVAM EDİYORUZ MÜSİAD'ın ev sahipliğinde gerçekleşen toplantının açılış konuşmasını İslam Dünyası STK'ları Birliği (İDSB) Genel Sekreteri Necmi Sadıkoğlu yaptı. Katılımcıları selamlayan Sadıkoğlu İDSB'nin kuruluşu, yaptığı faaliyetleri ve projeleri hakkında bilgiler verdiği konuşmasında şunları söyledi: Birçoğunuzun yakından tanıdığı ve sizlerin öncülüğüyle 2005 yılında resmi kuruluşu tamamlanan İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği (İDSB) kendisine tevdi edilen görevi bi-hakkın yerine getirmek için istikamet üzere yürümeye devam etmektedir.   Dünya Müslümanlarının ittihad çerçevesinde hepimizin arzuladığı yere gelmesi; işgaller, asırlık plan ve projeler ile başını kaldırmasına müsaade edilmeyen İslam ülkeleri başta olmak üzere tüm dünyaya selametin hakim olması için görevimizin ne denli büyük olduğunun farkındayız. Bu münasebetle de tüm üye kuruluşlarımız olarak elimizdeki imkanları en verimli ve etkin bir şekilde, hedeflerimize tamamen uygun bir şekilde kullanmak zorundayız.  Hepinizin de yakından takip ettiği üzere gerek ülkemizde, gerek bölgemizde ve gerekse uluslararası ölçekte sessiz kalamayacağımız, etkileri çok derin olan hadiseler yaşanıyor.  Ülkemizde yaşanan ve fikri kökeni 200 yıl öncesine kadar giden oluşumların aslında hemen hemen tüm Müslüman toplumlar içerisinde bulunduğunu sanırım hatırlatmaya gerek yok. Öte yandan tüm bu gelişmelerin yanı sıra hemen yanı başımızda Filistin işgalinin 60. yılı, Irak işgalinin 6. yılı, Afganistan işgalinin 8. yılı dolmuş durumda. Somali, Çeçenistan, Doğu Türkistan, Patani, Keşmir ve ismini belki unuttuğumuz Müslüman coğrafyalarda halen kan ve gözyaşı akmaya devam ediyor.  En kötüsü ise tüm dünyanın gözleri önünde üçüncü haftasını dolduran binlerce çocuk, bebek, kadın, yaşlı ve masum insanın feci şekilde katledildiği İsrail'in Gazze'ye yönelik barbar saldırıları halen devam ediyor. Bu vahşeti durdurmak için tüm halkımız, sivil toplum kuruluşlarımız Allah'a şükürler olsun duyarlı bir şekilde ellerinden gelen tüm gayretleri gösterdi, göstermeye devam ediyor ve devam edecektir. TGTV adına söz alan yönetim kurulu başkanı Av. Necati Ceylan da böylesine önemli bir konuda Türkiye'nin önde gelen insani yardım teşkilatları ile STK temsilcilerini istişare toplantısında bir araya getirdiğinden dolayı İDSB'ye teşekkürlerini sundu. Av. Ceylan, yüzlerce üyesi ve bunlara bağlı binlerce şubesi bulunan TGTV'nin Gazze halkı için yapılacak tüm çalışmalara hazır olduğunun da altını çizdi. ŞEREF MALKOÇ: TÜRKİYE HİÇ BU KADAR BİRLİK OLMAMIŞTI Selamlama konuşmalarında söz alan Saadet Partisi STK'lardan sorumlu başkan yardımcısı Av. Şeref Malkoç İsrail'in vahşi saldırıları nedeniyle Türkiye tarihinde olmayan bir birlikteliğin sağlandığına vurgu yaparken: Türkiye'de sağcısı, solcusu halkımızın tümü Filistin için tek yürek olarak bir araya gelmiştir. Bu gerçekten son derece sevindirici bir olaydır. Tüm ihtilaflarımızı bırakarak Gazze için Filistin için bir araya gelen bu kalabalığı en kalbi duygularımla takdir ediyorum. Şeref Malkoç konuşmasında İslam ülkeleri arasında sağlanması zaruri olan ittihadın resmi düzlemde bir örneği olan D-8 gibi yapılanmaların güçlendirilmesi gerektiğini söyledi. Malkoç sözlerinin sonunda ayrıca Bolivya ve Venezeüla gibi İsrail elçilerini ülkelerine gönderen ülkelerin tavrını göstermesi için hükümete de çağrıda bulundu. DANIŞMAN: HÜKÜMET VE HALK OLARAK FİLİSTİNİN YANINDAYIZ Öte yandan Adalet ve Kalkınma Partisi adına İstanbul İl Teşkilatı Yerel Yönetimlerden Sorumlu Yönetim Kurulu üyesi Kenan Danışman söz alarak Türkiye Hükümeti'nin Gazze'ye yönelik saldırılar karşısında yürüttüğü politikanın takdire şayan olduğunu, mekik diplomasisi ile bu saldırıların durması için elinden geleni yapan Başbakanın teşkilatı ile Filistin halkının yanında olduğunu gösterdiğini söyledi. Danışman her zaman Filistinin yanında olduklarını ve olmaya devam edeceklerini vurguladı. TGTV'nin öncülüğünde kurulan Filistin Dayanışma Platformu geçici sekreteri Ayhan Oğan Filistin'e yönelik son katliamlarda olduğu gibi İsrail'in yıkım ve tahribatı karşısında Türkiye'de bu alanda istikrarlı ve sürdürülebilir bir çalışmaya ihtiyaç duyulduğunu, bu münasebetle de bu platformun kurulduğunu söyledi.  Ogan platformun genel sekreteri ve çalışma takvimine dair ilerleyen günlerde kamuoyunu bilgilendireceklerini de sözlerine ekledi. Filistin için uzun yıllar akademik ve sivil toplum camiasında ciddi çalışmalar yürüten Medeniyet Derneği başkanı Prof. Dr. Ahmet Ağırakça konuşmasında İslam tarihinde yaşanan gelgitler, tahribat, yıkım ve zaferleri hatırlatarak yaşanan Gazze katliamının nihai noktada zaferle sonuçlanacağına inandığını söyledi.  Ağırakça: Filistin ile ilgili ne tür bir çalışma yapılacaksa yapılsın, hangi bağlamda inisiyatif alınacaksa alınsın bu davanın asıl sahipleri, Müslüman camia ve İslami oluşumlar dikkate alınmaksızın yapılacak her tür eylem, inisiyatif ve proje akim kalacaktır. derken tüm çalışmalarda istişarelerde bulunulmasına mutlaka riayet edilmesi gerektiğini belirtti. Adaleti Savunanlar Derneği (ASDER) adına söz alan emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi yaşanan bu elim hadiselerin tarihi kökenlerine kısaca değinirken gelecekte bu tür işgal ve haddi aşan katliamların yaşanmaması için askeri anlamda İslam ülkeleri arasında sağlanması gereken işbirliği ve pratik anlamda yapılacaklara dair görüşlerini ifade etti. İNSANİ YARDIM TEŞKİLATLARININ TAMAMI GAZZE'DE Türkiye'nin gururu olan insani yardım teşkilatlarının tamamına yakının hazır bulunduğu İDSB İstişare Toplantısının Gazze'ye yönelik yardım faaliyetleri kısmında; İHH – İnsani Yardım Vakfı adına başkan yardımcısı Hüseyin Oruç söz alarak İHH'nın (www.ihh.org.tr) gerçekleştirdiği faaliyetler hakkında bilgiler verdi. Gazze'ye girmeyi başaran İHH Başkanı Av. Bülent Yıldırım da bomba seslerinin altında yaptığı telefon görüşmesinde istişare toplantısına katılanlara gördüğü korkunç durumu anlatarak her şeye rağmen Filistin halkının direnmeye devam ettiğini, Türkiye'yi Gazze'nin yakından takip ettiğini, daha çok çalışma ve duaya ihtiyaç bulunduğunu söyledi. CANSUYU Derneği adına genel başkan Mustafa Köylü söz alarak Siyonizmin gerçek yüzünü ortaya çıkartan vahşi katliamlara değinerek BM, NATO gibi hiçbir işlevi olmayan; sadece İsrail'e destek çıkan uluslararası teşkilatların işlevsizliğine bir kez daha dikkat edilmesi gerektiğini söyledi. Köylü, Cansuyu Derneği (www.cansuyu.org) olarak yaptıkları Gazze çalışmaları hakkında katılımcıları bilgilendirdi. KİMSE YOK MU DERNEĞİ adına söz alan Sadık Emecan Kimse Yok Mu Derneği'nin (www.kimseyokmu.org.tr) Gazze'de gerçekleştirdiği faaliyetler ve gerçekleştirecekleri projeler hakkında bilgiler verdi. YERYÜZÜ DOKTORLARI (www.yeryuzudoktorlari.org) adına yine bölgede bulunan Dr. Kerem Kınık söz alarak altyapısı çökertilen, acil müdahale edilecek hastanelerin, doktorların dahi vurulduğu Gazze'ye yönelik saldırılar karşısında sürdürülebilir, altyapılarının güçlendirilmesine ihtiyaç duyulan hastanelere yönelik süreklilik arz edecek projelerin gerekliliğine işaret etti. DENİZ FENERİ DERNEĞİ (www.denizfeneri.org.tr) adına bölgeden üç gün önce gelen ve bizzat sahada çalışmalar yapan uluslararası ilişkiler müdürü Mustafa Tutkun da insani felakete dikkatleri çekerken sınır kapıları, komşu ülkelerin durumu ve uluslararası anlaşmalar hakkında bilgiler vererek Gazze'ye yapılacak insani yardımların bir koordinasyon çatısı altında yürütülmesi gerektiğini ifade etti. Saldırılarda şehit olanlara Allah'tan rahmet, yaralılara acil şifalar dileyen KIZILAY (www.kizilay.org.tr) adına konuşma yapan Afet Hazırlık Müdahale Birim Yöneticisi Aysel Kökçü böylesi bir ortamda tüm insani yardım kuruluşlarını bir araya gelmesinden duyduğu memnuniyeti ifade etti. Kızılay olarak onlarca insani tır ve insani yardım ile zaten bölgede bulunduklarını belirten Kökçü ellerinden gelen tüm imkanları seferber ederek çalışmalarına devam edeceklerini söyledi. İnsani yardım teşkilatları adına son olarak söz alan Yardımeli Derneği (www.yardimeli.org.tr) başkanı Dr. Sadık Danışman da hiçbir ayrım gözetmeksizin tüm teşkilatların orada yaptığı çalışmanın önemine dikkat çekerek Türkiye adına tam teşekküllü bir hastanenin kurulması gerektiğini belirtti. HAMAS SÖZCÜSÜ: GAZZE HALKI TÜRKİYE'YE MÜTEŞEKKİR Öte yandan bir takım temaslarda bulunmak üzere Türkiye'de bulunan HAMAS resmi sözcüsü Dr. Sami ebu Zuhri de İDSB Gazze özel konulu istişare toplantısını teşrif ederek yaşanan son gelişmeler hakkında katılımcıları bilgilendirdi. Konuşmasının başında ebu Zuhri, Gazze için bir araya gelen bu seçkin kalabalıkla birlikte olmaktan duyduğu memnuniyetini ifade ederek üç haftadır devam eden vahşi saldırılar karşısında Türkiye halkının gösterdiği takdire şayan maddi manevi tarihi duruşunun Filistin halkınca yakından takip edildiğini söyledi. İSRAİL, SOYKIRIM VE İNSANLIK SUÇU İŞLİYOR HAMAS sözcüsü konuşmasında; üç hafta öncesinde başlayıp halen devam eden hastaneler, doktorlar, ambulanslar, okullar, camiler ve yerleşim yerlerinin tonlarca bombalarla bombalandığını, normalde savaş uçağı olan ve karşı bir hava saldırısına karşı kullanılan F-16 uçakları ile İsrail işgal ordusunun yerleşim yerlerini acımasızca vurduğunu, bebek, çocuk, kadın, hasta, basın mensubu dinlemeksizin hemen yerin hedef alındığını, şimdiye kadar 1000'i aşkın insanın şehit edildiğini ve binlercesinin de çoğu kimyasal silahlar nedeniyle kötü şekilde yaralandığını söyledi. Sözde anlaşmayı bozduğu iddiasıyla Gazze'ye giren işgal rejimi anlaşma sürecinde dahi onlarca Filistinliyi katletmiştir. Kaldı ki anlaşma süreci de dahil iki yıla yakın süredir son derece şiddetli bir şekilde Gazze'ye yönelik acımasız bir şekilde sürdürülen ambargoda da yüzü aşkın sivil ve hasta hayatını kaybetmiştir. diyen Ebu Zuhri sözlerini şu şekilde devam ettirdi:  Fiilen işgalin ve ambargonun devam ettiği toprağımızı savunmak bizler için en doğal bir hak olup, bu hak uluslararası teşkilatlar ve hükümlerce de teyid edilmiştir. Fosfor silahları da dahil yasaklanmış silahlarla, uçaklar, tanklar, helikopterler ve savaş gemileri ile dört koldan 1.5 milyon insanın yaşadığı Gazze'yi hedef alan bu saldırılar başka bir ülkeye atılmış olsaydı, buranın durumu ne olurdu tahayyül bile edemiyorum. İsrail işgal ordusu insanlık dışı saldırılarla bir etnik temizlik ve soykırım işlemektedir. Gazze'ye yönelik etnik temizlik saldırılarının başladığı ilk gün yeğenini ve yakınlarını kaybettiğini kaydeden Sami ebu Zuhri eşinin ve çocuklarının halen Gazze'de bulunduğunu, kendileriyle iletişim kurmaya çalıştığını dile getirdiğinde salonda bulunan bir çok insanın gözyaşlarını tutamadığı görüldü. Evet, gerçekten insanın yüreğinin dayanamayacağı acılar, korkunç görüntüler ve vahşet yaşanıyor. Ancak buna rağmen şunu ifade etmeliyim ki Gazze halkı bir bütün olarak bu orantısız güç kullanan düşmana karşı direniyor. Yeri gelmişken bu yapılan katliamların aslında Siyonist işgalcilerin aldığı kayıpları gizlemek için daha fazla bir azgınlıkla saldırması ve kendini tatmin etmesinden başka bir şey olmadığını belirtmeme müsaade ediniz. Zira tüm direniş grupları düşmana karşı ortak hareket ederek İsrail işgal ordusuna ciddi darbeler vurmuştur. ZUHRİ: DİRENİŞ BOYUN EĞMEYECEK İşte hepinizin de bildiği gibi Sderot denilen işgal edilmiş Filistin'deki yerleşim yerini vuran direnişin füzeleri kilometrelerce ötedeki Tel Aviv'i vuracak bir güç ve  kudrette olduğunu tüm dünyaya göstermiştir. Sözde füzeleri durdurma iddiasıyla Gazze'ye saldıran düşmanın tüm saldırılarına rağmen yüzlerce füze fırlatılmıştır. Öte yandan Gazze'nin çeşitli yerlerine girdiğini iddia eden düşman kuvvetleri boş alanlara ve tarım arazilerine girmiş olup hedeflerinin hiçbirine ulaşmamıştır. Sizleri temin ederim ki saldırılar bittiğinde hepimiz hayatını kaybeden Filistinli direnişçi sayısının öldürülen işgal askerlerinin sayısından daha az olduğunu göreceğiz. İzzettin el Kassam Tugayları başta olmak üzere Filistinli direnişçiler dün olduğu gibi bu gün de işgale ve zulme boyun eğmeyecektir. HAMAS Hareketi halkını korumak için liderleriyle birlikte meydandadır. İşte önde gelen liderlerimizi bu saldırılarda şehit verdik, vermeye devam ediyoruz. Bizler demokratik seçimlerle iktidara geldiğimizde halkımıza aramızda yönetici ve yönetilen ilişkisi olmadığını, Filistin halkının hizmetinde olduğumuzu söyledik, bu doğrultuda çalıştık. Halk da bunu gördü ve bugün tüm saldırılara rağmen şehit olacağını bile bile Gazze'de bizimle birlikte, direnişle birliktedir. Türkiye halkının ve hükümetinin Gazze için yaptığı faaliyetleri, attıkları her adımı yakından takdirle takip ettiklerini belirten HAMAS resmi sözcüsü; Türkiye, gerçekten bizim nezdimizde tarif edilemeyecek önemli bir yere sahiptir. Türkiyeli kardeşlerimizin gösterileri, insani yardım faaliyetleri televizyonlar aracılığıyla Filistin halkının yüreğine su serpiyor. Hükümetin yaptıkları da takdire şayan. Türkiye'nin Filistin ile sınır komşusu olması yönündeki temennilerini dile getiren ebu Zuhri, Gazze'ye yönelik katliamlar karşısındaki tavırları nedeniyle Mısır ve bazı Arap ülkelerini de eleştirdi. Türkiye'nin diğer ülkelere göre sunduğu müzakare planının daha insaflı ve daha makul olduğunu söyleyen ebu Zuhri basında yer alan uluslararası güç ile ilgili olarak da Bizler Gazze içinde konuşlandırılması düşünülen herhangi bir yabancı gücü işgal gücü olarak kabul etmekteyiz. Bu güce karşı da böyle muamele de bulunacağız. Ancak sınır kapısında uluslararası gözlemci statüsünde bulunacak bir oluşum içinde diğerlerinin dışında Türkiye'nin yer almasını elbette tercih ederiz. şeklinde açıklamada bulundu. Türkiye'deki sivil toplum kuruluşlarının Gazze'ye ve Filistin'e yönelik olağanüstü çaba ve gayretlerinin, ulaştırdıkları yardımların kelimelerle ifade edilemeyecek bir boyut taşıdığını söyleyen Dr. Sami ebu Zurhi bu yardımların süreklilik arz etmesi gerektiğine, her zaman için Filistin halkının yanında, onların destekçisi olarak Türkiye'yi görmek istediklerinin altını çizdi. Konuşmasının sonunda HAMAS resmi sözcüsü Dr. Sami ebu Zuhri insani yardımların dışında siyasi ve diplomatik bağlamda gösterilen çaba ve gayretlerin artarak devam etmesini arzuladıklarını ifade etti. ALİ KURT: İDSB ÇATISINI GÜÇLENDİRMELİYİZ İstişare toplantısının kapanış konuşmasında söz alan İDSB Türkiye Temsilcisi Av. Ali Kurt, Müslümanları hedef alan son vahşi saldırılarda olduğu gibi ittihad çerçevesinde bir araya gelmiş kurum ve kuruluşların çatısı olan İslam Dünyası STK'ları Birliği (İDSB)'nin daha güçlü bir şekilde hizmetlerine devam etmesi için desteğe duyduğu ihtiyacı dile getirdi. Av. Kurt: İşte hepimizin aynı duygu ve hassasiyeti taşıdığı Filistin başta olmak üzere bizleri ilgilendiren alanlarda ortak inisiyatif geliştirerek atacağımız adımların ne kadar etkili ve sonuç getirecek bir husus taşıdığı aşikardır. İDSB bünyesinde muhtelif alanlarda kurulmuş komisyonlara katılarak, İDSB çatısını güçlendirecek projelere destek vererek birlik çerçevesinde önümüzde hiçbir engel ve bizleri rahatsız eden hususların kalmayacağına inanıyorum. Bugün buraya gelerek fedakarlıkta bulunan bu mümtaz katılımcıları da saygıyla selamlıyorum.

İdare İdare 01 Şubat
Konu resmiSağlık

"Sağlık" bölümüne siz de katkıda bulunmak isterseniz, saglik@irfanmektebi.com  eposta adresine çalışmalarınızı gönderebilirsiniz. Kabızlık Kabızlık tüm dünyada insanların sık karşılaştıkları, bazan geçici, bazan müzminleşmiş (kronik) bir rahatsızlıktır. Bu nedenle okuyucularımıza yardımcı olabilecek bazı temel bilgileri ve kabızlık yönetimindeki ipuçlarını vermek istedik. Kabızlık nedir? Günde 3 ile haftada 3 arası dışkılama sayısı normal kabul edilen sınırlardır. Ancak dışkının aşırı sert veya keçi dışkısı tarzında küçük-topak şeklinde olması veya aşırı ıkınma ile olması gibi durumlar da normalden sapmalar olarak kabul edilebilir. Dolayısıyla kişinin kendi normalini bilmesi ve bu normalden sapmalara göre kabızlık olup olmadığına karar vermesi daha uygundur. Kişi kabızlık tanımı içerisine giriyorsa ne zaman hekime başvurmalıdır? Eşlik eden, tıbben önemli (alarm şikayetleri olarak kabul ettiğimiz) şikayetler varsa gecikmeden hekime başvurulmalıdır. Bunlar; dışkılama sırasında kanama (özellikle dışkıya karışık olması), kişinin kilo kaybetmesi, barsak alışkanlığında yeni gelişen, geçici olmayan değişiklik (özellikle 45 yaş sonrasında), birinci derece akrabalarda kalın barsak kanseri hikâyesi olarak sayılabilir.   Yukarıda sayılan ek durumlar yok, ancak kabızlık uzun süredir rahatsız edecek tarzda devam ediyorsa yine hekimden yardım alınabilir. Kabızlığın sık görülen sebepleri ve bunları gidermenin yolları nelerdir ? Normal dışkılama refleksinin ortaya çıktığı en uygun zaman sabah 6:00-7:30 arasıdır. Bu saatler arasında mide ile kalın barsak arasında yerleştirilmiş olan özel bir refleks en üst düzeyde çalışır. Bu saatler arasında uyanık olmak ve bir şeyler yemek bu refleksi çalıştırmak için gerekli şartlardır.  Sabah uykusu ile ilgili iki hadis de bu tıbbi gözlemlerle paralellik göstermektedir; Sabah uykusu, tembellik ve unutkanlığa sebep olur, Sabah namazından sonra, güneş doğana kadar uyumayın. Lifli gıdaların ve suyun gereğinden az tüketilmesi dışkı kıvamında istenmeyen değişikliklere sebep olup kabızlığa yol açabilir. Yakın zamana kadar batı yemek kültüründe et ön planda olup bu alışkanlığın kabızlığın, hatta kalın barsak kanserlerinin en önemli sebeplerinden olduğu kabul edilmektedir. Maddi-manevi her şeyin en güzelini Habibinde toplayan Cenab-ı Hak bu noktada da bize Rasulü (S.A.V.) vasıtasıyla yol göstermektedir. İslam kültüründe önemli yer tutan hurma, üzüm, incir (kuru veya tazesi), zeytin ve zeytin yağı konumuz itibari ile de faydaları isbat edilmiş gıdalardır. Bu açıdan memleketimizde giderek artan miktarda tüketilen zeytinyağı sevindiricidir. Kepekli ekmek ve değişik kaynaklardan elde edilebilecek kepeğin uygun şekilde tüketilmesi (günde 3-9 çorba kaşığı; çorbalara, yemek sularına, yoğurda katılmak suretiyle) hem kabızlığa hem de kabızlığa eşlik eden bağsur (hemoroid) ve makat çatlaklarına faydalı olabilir. Peygamber efendimizin beyaz undan (öğütülmüş, kepeğinden arındırılmış undan) yapılmış ekmeği pek yemediğini biliyoruz.  Tuvalet ihtiyacının ertelenmemesi ve düzenli egzersizler kabızlığın engellenmesi için önemli noktalardır. Karın kaslarını kuvvetlendiren egzersizler özellikle önerilmektedir. Bununla ilgili olarak karın solunumu basit ancak faydalı bir usuldür. Elleriniz belinizdeyken nefes aldığınızda ellerinizin dışarıya doğru hareketini sağlayacak şekilde solursanız bu karın solunumudur. Bunu 10-20 dakikalık fasıllarla gün içerisinde olabildiğince tekrarlayınız.  İnsanlar için en doğal dışkılama çömelerek olanıdır. Bu pozisyonla barsak ve makatın aldığı şeklin dışkılama için fıtri olduğu gösterilmiştir. Ancak değişik sağlık sebepleri ile buna mani durumlar varsa klozete oturan bir kişinin ayağının altına 20-25 cm.lik bir yükseklik koyması önceki ideal pozisyonu taklit edebilir. Helâl Gıda Etil alkole dikkat! Bundan 30-40 sene evvel gıda katkı maddelerinin bu kadar yaygın bir şekilde kullanılabileceği ve tüketime sunulabileceği mamül pek yoktu. Bir Müslüman zaten bile bile domuz eti yemez ve alkol kullanmaz veya kullanmamalı. Fakat günümüzde  tüketilen ambalajlı gıdaların hemen hepsine gıda katkı maddeleri ilave ediliyor. Ve bunların hemen hemen hepsi de yurt dışından ithal ediliyor. Bunlar katılmasa olmaz mı? Olur. Fakat rekabetin ve kalitenin arttığı günümüzde, gıdaların daha uzun süre rafta bozulmadan kalabilmesi için bu katkılar kullanılmak zorunda maalesef. Peki biz ne yapacağız? İçinde bulunduğu zamanda kendisine haram olan şeyleri öğrenmesi farz-ı ayn olan müslümanın ne yapması gerekiyorsa onu…Yani Helâl bellidir, haram bellidir. Siz aradakilerden kaçınınız buyuran Efendimiz (sav)'in dediği gibi yapıp arada olanlardan, yani şüpheli gördüklerimizden kaçmaya çalışacağız.         GAZOZLARDAKİ ALKOL HELAL Mİ? Gazozlara katılan katkı maddelerinden biri de, tat ve koku için kullanılan esanslardır (aromalar). Bu esansların gazoza homojen bir şekilde dağılması (çözünmesi) için başka bir katkı maddesi gerekir. Çeşitleri çok; fakat kolay bulunabilir ve diğerlerine nisbeten ucuz çözgen olan etil alkol tercih edilmektedir. Türk Gıda Kodeksi- Alkolsüz İçecekler Tebliği'ne göre: Ürün Özellikleri Madde 5-k) Alkolsüz içeceklerde etil alkol miktarı en çok 5.0 g/l, laktik asit miktarı ençok 0.6 g/l, uçucu asit miktarı en çok 0.4 g/l olmalıdır.   Bu tebliğ'e göre en çok 5.0 g/l olan etil alkol alkolsüz sayılıyor. Soru şu: İslâm'a göre ne kadar alkol alkolsüz sayılır? Cevap: Çoğu sarhoş edenin azı da haramdır (Ebu Davud, Tirmizi) hadisine göre, gazozlara ilave edilen etil alkol, miktarı  az da olsa elbette helâl olmaz. Gıda Mühendisi Hayreddin İŞBİLİR

Zeynel Abidin YILDIRIM 01 Şubat
Konu resmiAşure

"Aşure" bölümüne siz de katkıda bulunmak isterseniz, asure@irfanmektebi.com eposta adresine çalışmalarınızı gönderebilirsiniz. BİR HADİSE VE BİR KERAMET-İ GAVSİYE Bir zaman, Hazret-i Gavs-ı Âzam (k.s.) Şeyh Geylânî'nin terbiyesinde, nazdar ve ihtiyare bir hanımın birtek evlâdı bulunuyormuş. O muhterem ihtiyare, gitmiş oğlunun hücresine, bakıyor ki, oğlu bir parça kuru ve siyah ekmek yiyor. O riyazattan zaafiyetiyle, validesinin şefkatini celb etmiş. Ona acımış. Sonra Hazret-i Gavs'ın yanına şekvâ için gitmiş. Bakmış ki, Hazret-i Gavs, kızartılmış bir tavuk yiyor. Nazdarlığından demiş: Yâ Üstad! Benim oğlum açlıktan ölüyor; sen tavuk yersin! Hazret-i Gavs tavuğa demiş: Kum biiznillâh! O pişmiş tavuğun kemikleri toplanıp tavuk olarak yemek kabından dışarı atıldığını, mutemet ve mevsuk çok zatlardan, Hazret-i Gavs gibi kerâmât-ı harikaya mazhariyeti dünyaca meşhur bir zâtın bir kerameti olarak, mânevî tevatürle nakledilmiş. Hazret-i Gavs demiş: Ne vakit senin oğlun da bu dereceye gelirse, o zaman o da tavuk yesin. İşte, Hazret-i Gavs'ın bu emrinin mânâsı şudur ki: Ne vakit senin oğlun da ruhu cesedine, kalbi nefsine, aklı midesine hâkim olsa ve lezzeti şükür için istese, o vakit leziz şeyleri yiyebilir. 19. LEM' NEFİS İmam Şibli'ye soruldu: Bu yolda size kim kılavuzluk etti? Bir köpek! dedi. Bir dere kenarında duruyordu fakat neredeyse susuzluktan ölmek üzereydi. Su içmek için dereye eğildiğinde, sudaki aksini başka bir köpek sanıp korkuyla geri çekildi. Birkaç kez gidip geldi böylece. Susadı, suya koştu. Korktu, kaçtı, yine susadı. Sonunda susuzluğu öyle bir noktaya geldi ki, korkusunu unutup suya daldı. Kafasını daldırır daldırmaz diğer köpek kayboldu. Köpekle arzusu arasındaki engel yine kendisiydi. Kendisini kendi yolundan çekmesi gerekti. Göze aldığında, engel aradan kalkmış ve arzusuna ulaşmıştı. Ben de önümdeki engelin yine kendi nefsim olduğunu öğrenince onda kurtuldum. İşte böylece yolumu bana bir köpek gösterdi. BİRLİK Medar-i ibret bir hikâye: Bedevî aşiretlerinden Hasenan aşiretinin birbirine düşman iki kabilesi varmış. Birbirinden, belki elli adamdan fazla öldürdükleri hâlde, Sipkan veya Hayderan aşireti gibi bir kabile karşılarına çıktığı vakit, o iki düşman taife, eski adâveti unutup, omuz omuza verip, o haricî aşireti def edinceye kadar dâhilî adâveti hatırlarına getirmezlerdi. İşte, ey mü'minler! Ehl-i iman aşiretine karşı tecavüz vaziyetini almış ne kadar aşiret hükmünde düşmanlar olduğunu bilir misiniz?... 22. MEKTUB MADDİ ÂLEM İLE MANEVİ ÂLEM Bir zaman ehl-i kalb iki çoban varmış. Kendileri ağaç kâsesine süt sağıp yanlarına bıraktılar. Kaval tabir ettikleri düdüklerini, o süt kâsesi üzerine uzatmışlardı. Birisi Uykum geldi deyip yatar. Uykuda bir zaman kalır. Ötekisi yatana dikkat eder. Bakar ki, sinek gibi birşey, yatanın burnundan çıkıp süt kâsesine bakıyor ve sonra kaval içine girer, öbür ucundan çıkar, gider, bir geven altındaki deliğe girip kaybolur. Bir zaman sonra yine o şey döner, yine kavaldan geçer, yatanın burnuna girer; o da uyanır. Der ki: Ey arkadaş, acip bir rüya gördüm. O da der: Allah hayır etsin, nedir? Der ki: Sütten bir deniz gördüm. Üstünde acip bir köprü uzanmış. O köprünün üstü kapalı, pencereli idi. Ben o köprüden geçtim. Bir meşelik gördüm ki, başları hep sivri. Onun altında bir mağara gördüm, içine girdim, altın dolu bir hazine gördüm. Acaba tabiri nedir? Uyanık arkadaşı dedi: Gördüğün süt denizi, şu ağaç çanaktır. O köprü de şu kavalımızdır. O başı sivri meşelik de şu gevendir. O mağara da şu küçük deliktir. İşte, kazmayı getir, sana hazineyi de göstereceğim. Kazmayı getirir. O gevenin altını kazdılar, ikisini de dünyada mes'ut edecek altınları buldular. İşte, yatan adamın gördüğü doğrudur. Doğru görmüş; fakat rüyada iken ihatasız olduğu için tabirde hakkı olmadığından, âlem-i maddî ile âlem-i mânevîyi birbirinden fark etmediğinden, hükmü kısmen yanlıştır ki, Ben hakikî, maddî bir deniz gördüm der. Fakat uyanık adam, âlem-i misal ile âlem-i maddîyi fark ettiği için, tabirde hakkı vardır ki, dedi: Gördüğün doğrudur, fakat hakikî deniz değil. Belki şu süt kâsemiz senin hayaline deniz gibi olmuş, kaval da köprü gibi olmuş ve hâkezâ... 18. MEKTUB HAYATIN BİLİNMEDİK YÖNLERİ > Yılda 14 gün oruç tutan insanın böbrek ve karacigeri10 yıl kadar gençleşiyor. > Oruç tutma esnasında böbrek ve karaciğer zehirden arınır. Bu da su vasıtasıyla gerçekleşir. > İnsan burnunun koku alma kabiliyeti, bazı vahşi ve tırnaklı hayvanlardan 100000 kat hatta bir milyon defa daha düşüktür. BİR NÜKTE Aziz Mahmud Hüdaî Hazretleri kayıkla boğazı geçerken Efendim ölümle aramızda şu tahtadan başka bir şey yok! diyen talebesine demiş ki: Evladım karada o da yok ya! BİR VECİZE En ziyade musibet ve meşakkate giriftar olanlar, insanların en iyisi, en kâmilleridirler. BEDÎÜZZAMAN HAZRETLERİ

İdare İdare 01 Şubat
Konu resmiBedesten

Bedesten Fotoğrafların Penceresinden Sarıkamış 1914, Türkiye için zorlukların yaşandığı, bağımsızlık mücadelesinin verildiği yıllardı. Fakat o yıllarda bir acı yaşandı ki, o günlerden bu günlere dillerde destan olarak anlatıldı. Sarıkamış bu destanın adıydı. 90 bin askerin kar ve soğuğa yenik düşerek şehadet şerbeti içtikleri yerdi Sarıkamış. Kars Valiliği bu destanı diğer kuşaklara aktarmak için bir proje başlattı. Kar/altı projesi www.360tr.com Multimedya Grubu işbirliğiyle 1914'te 90 bin askerin şehit olduğu Sarıkamış Harekâtı'nın yaşandığı cephe ve şehitliği, 3 boyutlu panoramik fotoğraf teknolojisi ile internet ortamına taşıdı.   Kars Valisi Mehmet Ufuk Erdem, ''Kar/altı hayatlar: Sarıkamış'' projesiyle, Sarıkamış'ı vatan topraklarına katmak için başlayan harekâtta canlarını vatan için feda eden şehitlerin aziz hatıralarını canlı tutmayı amaçladıklarını belirtti. Erdem 'Kar/altı hayatlar: Sarıkamış' projesi, askerî bir harekâtın sonuçlarını yeni zamanlara taşıması, hissettirmesi anlamında, kendi alanında bir ilk olma özelliği taşıdığını söyleyerek bu projenin öneminin altını çizdi. Çalışmaları tamamlanan 3 boyutlu panoramik fotoğraf sergisi, http://www.360tr.com adresinden izlenebilecek. Sahaflar artık internette İnternet bankacılığı, internet alış-verişinden sonra şimdi de internetten kitap satış devri başladı. Kitap alış verişi zaten yapılıyordu demeyin çünkü bu sahafî kitap ve ürünlerinin elde edilebileceği bir hizmet. Nadirkitap.com iki yılda Türkiye'nin önde gelen sahaflarını ve yüz binlerce kitabı bir araya getirdi. Sahaf Müteferrika, Turkuaz Sahaf, İmge Sahaf, Babil Sahaf gibi Türkiye'nin önde gelen pek çok sahaflarının kitaplarının toplandığı sitede, diğer dünya ülkelerine de kitap satılıyor. Osmanlıca – Türkçe kitap, belge, el yazması, kartpostal, evrak, taş plak, hat, resim, pul gibi ürünlere çok daha kolay ve güvenli ulaşmanın yollarını sunan sitede 1700'lü, 1800'lü yıllardan kalma el yazması eser, belge, evrak; taş baskı Osmanlıca kitaplar ve koleksiyon malzemeleri de yer alıyor. Ayrıca mevcut olmayan kitaplar için geliştirilen sistem sayesinde, Türkiye'nin her tarafında araştırma yapılıp kitabın herhangi bir yerde satışa sunulup sunulamayacağı da müşteriye bildiriliyor. "Bedesten" bölümüne siz de katkıda bulunmak isterseniz, bedesten@irfanmektebi.com eposta adresine çalışmalarınızı gönderebilirsiniz. TEZHİB Tezhib sanatının inceliklerini uzman hocalardan alabileceğiniz bir kurs. Tezhîb derslerinin yanı sıra, konu ile ilgili konferans, sohbet ve tetkik gezileri gibi faaliyetleri de burada bulabilirsiniz. Kurs Bilgileri: Hocalar    : Dr. Gülnur Duran -   Nur N. Akyazıcı - Ayşe Tanrıver Süresi    : 33 Hafta Dönem    : 11/10/2008 - 27/06/2009 Cumartesi    : 10:00 - 14:00 HAT SANATI Tevfik Kalp gözetiminde hat sanatının estetiğini, güzelliğini öğrenmek isteyenler için kaçırılmayacak bir kurs. Kurs Bilgileri: Hoca    : Tevfik Kalp Süresi    : 14 Hafta Dönem    : 07/02/2009 16/05/2009 Cumartesi    : 11:00 - 16:00 OSMANLI TÜRKÇESİ Tarihçesi: Kurslarda Osmanlı Türkçesi ile yazılmış metinlerin okunması, kelimelerin telaffuz ve anlamları ile gramer kaideleri öğretilmektedir. Kurslar, işlenen konularla ilgili etraflı edebî, târihî, ve kültürel bilgilerin verildiği seminerler halinde yapılmaktadır. Kurs Bilgileri: Süresi    : 14 Hafta Dönem    : 07/02/2009 - 16/05/2009 Cumartesi    : 11:00 - 13:00 Altınbaşak Yayınlarından Büyük Kültür Hizmeti Birçoğumuz Osmanlı Türkçesi'ni ya tarih kitaplarında gördük ya da okulca gidilen müze ziyaretlerinde tozlu camlardan izledik. Hiç birimiz sormadık eski yazımızın nasıl okunduğunu veya çoğumuza zor geldi öğrenmek.  Altınbaşak Yayınevi, Osmanlı Türkçesi'ni müzelerden evlerimize taşıyor. Orijinal Osmanlı Türkçesi ile hazırlanan Risale-i Nur eserleri Altınbaşak Yayınları'ndan okuyuculara sunuluyor. Sadece Osmanlıca ve Osmanlıca-Latin Harfli mukayeseli olmak üzere iki tarzda hazırlanan eserler, Osmanlı Türkçesini öğrenmek arzusunda olanlara da inanılmaz kolaylık sağlıyor. Osmanlıca İmla Müfredatı ile bu alfabeyi öğrenmek isteyenlere de imkân sunan yayınevi, tarihe bir köprü kurarak gelecek ve geçmiş nesilleri birbirine bağlıyor. Evinize aldığınız bu eserlerle hem Osmanlı Türkçesi'ni öğrenmenin keyfine varacak, hem de dedelerimizden kalan orijinal tarihi eserleri artık rahatlıkla okuyacaksınız.

İdris FERİD 01 Şubat
Konu resmiBilim-Teknoloji

Bilim-Teknoloji "Bilim-Teknoloji" bölümüne siz de katkıda bulunmak isterseniz, eposta adresine çalışmalarınızı gönderebilirsiniz. Bilgisayar ÜÇ ADIMDA BİLGİSAYAR BAKIMI 1. Sistemdeki gereksiz yüklerden kurtulun Yeni kurulmuş bir işletim sistemi son derece hızlı ve stabil çalışır, ama bir dezavantajı vardır: Çok fazla şey yapamaz. İnternette gezinmek, posta alımı/gönderimi için yeterli donanımı sunar, ancak ofis işlemleri, resim düzenleme ve video üretimi için daha fazla programlar gerekir. Kurulan her programın sisteme ek yük getireceği unutulmamalıdır. Çözüm: Vista için: BaşlatDenetim MasasıProgramlar ve Özellikler XP için: Başlatdenetim masasıprogram ekle veya kaldır Yolunu kullanarak kullanmadığınız programlardan kurtulabilirsiniz. 2. Daha hızlı bir başlangıç Zamanla birçok program size belli etmeden kendilerini otomatik başlatma klasörüne kopyalar ve sistem açılışında devreye girmeye çalışır. Bu da sisteme fazladan yük getirir. Çözüm: XP için: Başlatçalıştırmsconfig yazın enter'e basın Vista için: Başlat menüsündeki arama bölmesine msconfig yazın enter'e basın Yapılandırma aracı açıldıktan sonra başlatma (xp için başlangıç) sekmesinden başlangıçta çalışması gerekli olmayan programları kaldırın. Dikkatli olun! Sistem dosyalarını ve anti virüs yazılımınızı kaldırmamalısınız. 3. Sabit disk temizliği Bilgisayarınızın hard diskinde kullanılmadığı halde yer kaplayan pek çok dosya olabilir. Çözüm: XP için: Başlatdonatılarsistem araçlarıdisk temizleyici Disk temizleyici kullanarak hard diskinizi temizledikten sonra yine sistem araçları sekmesinden disk birleştiriciyi kullanarak bilgisayarınızın hard diskindeki dağınık yapılanmaı da düzenleyebilirsiniz. İnternet www.risaleonline.com İman ve Kur'ân hakikatlerine dair sualleriniz mi var? Ya da Risale-i Nur külliyatından izahını istediğiniz yerler Kur'ân-ı Kerîm ve Risale-i Nur üzerine araştırma yapmayı seviyor musunuz? O zaman müjde! İslâmi ilimlere ve Risale-i Nur'a vâkıf bir ilmi heyet tarafından hazırlanan bu site tam size göre. Neler Oluyor? SABAH NAMAZINA KALKMAK ARTIK DAHA KOLAY Sabahları kurduğunuz saatin alarmı sizi rahatsız mı ediyor? Yada duymuyor olabilirsiniz. İşte bu yastık tam size göre. Mışıl mışıl uyuyan bebeğinizi hiç rahatsız etmeden, titreşimle sizi uyandırıyor. Yastığın yanına konulan telefonlar gibi zararlı da değil. Japonların geliştirdiği bu yastığın benzerlerinin Türkiye'de gelişmesini bekliyoruz. Şimdilik fiyatı 47 avro. Program Dumanla haberleşme, posta güvercinleri, telgraflar, mektuplar vs.. Son yüz yıldaki gelişmeler bütün bunları geride bıraktı. Şimdi tanıtacağımız program ise iletişimde yeni bir çığır açacak nitelikte. Şimdiye kadar çok pahalı bir teknoloji olan telekonferans sistemini ücretsiz ve kolay bir kullanıma sunan oovoo yazımı altı kişinin aynı anda görüntülü olarak bağlantı kurmasına olanak sağlıyor. Bu sayede arkadaşlarınız, aile veya meslektaşlarınız dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar yüz yüze video aracılığıyla oldukça kolay bir şekilde görüşebilirsiniz. Üstelik kullanımı, kurulumu ve indirmesi çok kolay olan bu programın ses ve görüntü kalitesi çok yüksek ve akıcı.  www.oovoo.com sitesinden  ayrıntılı bilgi alabilirsiniz. İndirmek için http://www.oovoo.com/ download/oovoosetup.exe

İdare İdare 01 Şubat
Konu resmi27. Sayı Fihristi

İdare İdare 01 Şubat