11. Sayı: "Bayramlar Ver Ya Rab!"Bu Sayıyı Satın Al
Konu resmiEn büyük mucizenin en büyük mucizesi!

Nasılki Kur'ânı dinleyen, onu dinlemekten aldığı feyizle Allah kelâmı olduğunu hissedebîliyor ve ifade tarzına ve edebîyatına dikkat eden, ulaştığı insan üstü edebî zevk ve belağat seviyesiyle mucize olduğunu anlayabiliyor ise onun gibi mânâlarını ve içindeki ilimleri anlayarak mütalaa eden bir kimse de o ilimlerin ve o mânâların asla âciz bir beşerin basit düşüncesinin mahsulü olamayacağını katiyen anlayabilir. Kur'ân-ı Kerîm, bütün peygamberlerin efendisi ve peygamberlik silsilesinin son halkası olan ve âlemlere rahmet olarak gönderilen Hazret-i Muhammed (asm)'ın en büyük ve ebedî mucizesidir. O Kitâb-ı Mübîn, İsm-i Azam'dan ve bütün isimlerin azamî mertebelerinden geldiği için bütün âlemlerin Rabbi itibariyle Allah'ın kelâmıdır. Yani Rabbimizin bütün kâinattaki bütün hikmet ve gayelerini ve tecellîlerini anlatan en yüce sözüdür. Elbette nihayetsiz bir ilm-i ezeliye dayanan böyle bir kelâmın hadsiz seçkin meziyetleri ve pek çok mucizelik cihetleri olacaktır. Nasılki insanlar konuşma ve yazı san'atında çeşit çeşit edebî eserler, şiirler, hitâbeler ve edebîyat şaheserleri ortaya koymuşlar ve bunlardan bir kısmı ifadelerindeki mükemmellik ve verdiği edebî zevk yönünden hayranlıkla karşılanmış ve unutulmaz klasikler arasına girerek asırlara mal olmuşlardır. Öyle de yüce kitabımız Kur'ân, bütün edebîyat şaheserlerini fersah fersah geride bırakmış ve bütün edibleri ve belağat ustalarını kendisine secde ettirmiş ve asırları getirdiği nur ile aydınlatarak bütün insanlar toplansa asla yetişemeyecekleri çok yüce bir Allah sözü olduğunu isbat etmiştir. Araştırmacı büyük İslâm âlimleri Kur'ân'ın değil yalnız her bir suresinin ve âyetinin belki her bir kelimesinin hatta her bir harfinin pek çok mânâları ve mucizelik cihetleri bulunduğunu beyan etmişlerdir. Bu konuda Üstad Bediüzzaman (rh) şunları söyler: Ehl-i hakîkatın çok ileri giden bir kısmı, Kur'ân'ın kelimâtında pek çok münasebatı ve sair âyetlerdeki cümlelere bakan vücuhları (mânâ yönlerini), alâkaları göstermişler. Hususan ülema-i ilm-i huruf  (harflerin sırlarını anlatan ilmin âlimleri) daha ileri gidip, bir harf-i Kur'ânda, bir sahife kadar esrarı (sırları), ehline beyan ederek isbat etmişler. Hem madem Hâlık-ı Külli Şey'in (her şeyin yaratıcısının) kelâmıdır (sözüdür); herbir kelimesi, kalb ve çekirdek hükmüne geçebilir. Etrafında, esrardan müteşekkil (sırlardan oluşan) bir cesed-i manevîye (manevî bir bedene) kalb ve bir şecere-i maneviyeye (manevî bir ağaca) çekirdek hükmüne geçebilir. İşte insanın sözlerinde, Kur'ânın kelimeleri gibi kelimeler, belki cümleler, âyetler bulunabilir. Fakat Kur'ân'da, çok münâsebat (bağlantılar) gözetilerek bir tarz ile yerleştirildiği yerde; bir ilm-i muhit (her şeyi kuşatan bir ilim) lâzım ki, öyle yerli yerine yerleşsin. (1) EN BÜYÜK İ'CÂZ DERECESİ Kur'ân'ın, yüksek edebîyat ve belağat seviyesi, gelecekten verdiği haberlerin doğru çıkması, geçmiş ümmetlerin hallerini görürcesine haber vermesi, hadsiz ilimlerle dolu olması, küçücük çocukların kolaylıkla ezberleyip hafız olması gibi çok çeşitli mucizelik yönleri vardır. İki yüze kadar ulaşan bu mucizelik cihetlerinden kırk tanesini Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Mucizât-ı Kur'âniye nâmındaki risalesinde (25. Söz, Zülfikar) âyetlerden numuneler göstererek izah ve isbat etmiştir. O kırk vecihden birisi Kur'ân-ı Hakîm'in, insanların kendi fikirleriyle asla çözemeyecekleri üç büyük meseleyi büyük bir maharetle ve tam bir açıklıkta ve mükemmel bir uyum içerisinde halletmesidir. Kur'ânın en büyük derece-i icazı yani en büyük mucizelik yönü dediği o üç meseleyi çözmesini, mealen, şöyle anlatmaktadır.(2) 1-Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan, yaradılmışların hakâikatine dair -ki o hakîkat, dünyanın başlangıcından tut, tâ âhiretin en nihayetine kadar uzanmış ve arştan yere, zerreden güneşe kadar yayılmış olan yaradılış ağacının hakîkatine dair Kur'ân'ın beyanları o kadar dengeli ve münasebetli ve o kâinat ağacının herbir azâ ve meyvesini o kadar lâyık bir surette tarif etmiştir ki, bütün Kur'ân muhakkikleri incelemelerinin neticesinde Kur'ân'ın kâinatı bu şekilde tasvirine Mâşâallah, Bârekâllah deyip, Kâinatın gizli sırlarını ve yaradılışın kapalı manalarını keşf eden ve açan yalnız sensin ey Kur'ân-ı Kerim! demişler. 2-Temsilde kusur yok. Allah'ın isim ve sıfatları, fiilleri ve işlerini nurânî bir Tubâ Ağacı hükmünde temsil edersek; o nurlu ağacın nihayetsiz büyük dairesi ezelden ebede uzanıp gidiyor. Büyüklüğünün sınırları, uçsuz bucaksız bir fezada  yayılıp ihata ediyor, kuşatıyor. İcraatlarının sınırları Allah kişi ile kalbi arasına girer (3) Dâneleri ve çekirdekleri çatlatıp yarandır (4) hududundan tut, tâ (Kıyâmet günü) Gökler de onun sağ eliyle (kudretiyle) dürülmüşlerdir. (5) Gökleri ve yeri altı günde yarattı. (6) hududuna kadar yayılmış o nurânî hakîkati bütün dal ve budaklarıyla, gayeleri ve meyveleriyle o kadar uyumla birbirine uygun, birbirine lâyık, birbirini kırmayacak, birbirinin hükmünü bozmayacak, birbirinden yabani düşmeyecek bir surette o isimlerin ve sıfatların işlerin ve fiillerin hakîkatlerini beyan eder ki; bütün kalp gözü açık ve manevî âlemlerde dolaşan irfan ve hikmet sahibi büyük zatlar, Kur'ân'ın o beyanlarına karşı Sübhânallah deyip, Ne kadar doğru, ne kadar mutâbık, ne kadar güzel, ne kadar lâyık diyerek tasdik ediyorlar. 3-Meselâ: Bütün yaratılmışlar dairesi ve yaratıcının isimleri ve sıfatları dairesine bakan, hem o iki büyük manevî ağacın bir tek dalı hükmünde olan imanın altı şartı ve o şartların dal ve budaklarının en ince meyve ve çiçekleri aralarında o kadar bir uyumluluk gözetilerek tasvir eder ve o derece bir dengelilik suretinde tarif eder ve o mertebe bir münâsebet tarzında gösterir ki, insan aklı hakkıyla anlamaktan âciz kalır ve güzelliğine karşı hayran olur. Ve o iman dalının budağı hükmünde olan İslâmiyetin beş şartı aralarında ve o şartların tâ en ince ayrıntıları, en küçük âdâbı ve en uzak gayeleri ve en derin hikmetleri ve en küçük meyvelerine varıncaya kadar aralarında güzel bir uyum ve mükemmel bir münâsebet ve tam bir dengeyi  muhafaza ettiğine delil ise, o Kur'ân'ın açık ve kapalı hükümlerinden ve işaret ve remizlerinden çıkan büyük İslâm şeriatının kusursuz düzeni ve dengesi ve uyum ve sağlamlığındaki güzellik; çürütülemez, adaletli bir şahid, şübhe getirmez bir kesin delildir. Demek oluyor ki, Kur'ân'ın beyan ve açıklamaları, bir insanın sınırlı ilmine hususan bir ümmînin yani hiç kimseden ders almamış birinin ilmine dayanamaz. Belki her şeyi kuşatan bir ilme dayanıyor ve bütün varlıklar  birden görebilir, ezelden ebede kadar bütün hakikatları bir anda gören zâtın sözüdür. Yani Allah'ın kelâmıdır. KUR'ÂN ALLAH'IN KELÂMIDIR Özetleyecek olursak; 1-Kur'ân şu kâinattan ve içindekilerden öyle bahseder ki bütün âlemeleri yaratmayan her an her şeyi göremeyen o şekilde bahsedemez. 2-Cenab-ı Hak, kendi kitabında kendi zatını, sıfatlarını ve isimlerini ve icraatlarını öyle bir tarzda anlatıyor ki, ancak, Allah kendini öyle anlatıp ders verebilir. Âciz ve küçücük bir insanın gayb perdesi arkasındaki âlemlerin Rabbini sönük akıl feneriyle bu şekilde tanıyıp keşfetmesi mümkün değildir. 3-Kur'ân imanın altı esasını ve bunlardan çıkan pek çok imani meseleleri öyle anlatmıştır ki, tarih boyunca pek çok felsefe cereyanları bazen o meselelerin en küçükleri içinde boğulup çıkamamışlardır. Ve İslâmiyetin beş şartı ve ondan çıkan İslâm şeriatı hakim olduğu kıtalarda ve yaşandığı 14 asır boyunca insanları saadet, adalet ve fazilet üzere yönetmiştir. Bu da gösteriyor ki, bütün insanlara dünyada ve âhirette huzur ve saadeti verecek hayat nizamı, ancak Allah'ın kelâmıyla ortaya çıkabilir. Başka türlü olamayacağının en büyük delili, ona muhalif fikirlerin ve cereyanların hâkim olduğu bugünün dünyasında ortalığı saran zulümler, perişaniyetler ve huzursuzluklardır.  Nasılki Kur'ânı dinleyen, onu dinlemekten aldığı feyizle Allah kelâmı olduğunu hissedebîliyor ve ifade tarzına ve edebîyatına dikkat eden, ulaştığı insan üstü edebî zevk ve belağat seviyesiyle mucize olduğunu anlayabiliyor ise onun gibi mânâlarını ve içindeki ilimleri anlayarak mütalaa eden bir kimse de o ilimlerin ve o mânâların asla âciz bir beşerin basit düşüncesinin mahsulü olamayacağını katiyen anlayabilir. O kırk vecihten birisi Kur'ân-ı Hakîm'in, insanların kendi fikirleriyle asla çözemeyecekleri üç büyük meseleyi büyük bir maharetle ve tam bir açıklıkta ve mükemmel bir uyum içerisinde halletmesidir. Kaynaklar:Osmanlıca Zülfikar, Mucizat-ı Ahmediye,18.İşaretin İkinci Nüktesi, s.231Osmanlıca Zülfikar, Mucizat-ı Kur'âniye,3.Şulenin 1. Ziyası, s.62Enfal, 24En'am, 95Zümer, 67A'râf, 54

Cemal ERŞEN 01 Ekim
Konu resmiKur'ân Okuma ve Hatim Âdâbı

Her dil kendi alfabesiyle yazılıp okunduğu gibi; Kur'ân da kendi dili ile okunup yazılmalıdır. Kur'ân başka alfabelerle okunmaz. Kur'ân kendisi bir mucize olduğu gibi Arapça yazılışı da bir mucizedir. • Kur'ân okumak niyeti ile abdest almak.• Kur'ân okumadan önce misvaklanmak. Hz. Ali'den rivâyetle Peygamber Efendimiz: Ağzınız Kur'ân yoludur. Onu misvakla temizleyiniz buhyurmuştur.• Kur'ân, temiz elbise ile temiz, güzel ve nezih yerlerde okunmalıdır. • Mümkünse diz çökerek kıbleye yönelmeli sukun, huşu', huzur ve vakarla okunmalıdır.• Yapılan cümle günahlardan tevbe istiğfar edilmeli ki temiz ve günahsız bir dille ibadet edilsin.• Kur'ân'ın Allah kelâmı olduğunu düşünmeli ve Allah'a teveccüh, ta'zim ve haya ile okumaya çalışılmalıdır.• Kıraatten önce Euzü besmele çekilmelidir. Kur'ân  okuyacağın zaman, kovulmuş şeytandan Allah'a sığın! (Nahl, 98)• Surelerin evvelinde besmele çekilmelidir. Ulemânın kahir ekserisine göre besmele bir âyettir. Besmele terk edildiğinde hatmin bir kısmı terk edilmiş olur. • Kur'ân, belirli bir tertîl üzere okunmalıdır. Kur'ân'ı tane tane, yavaş yavaş, mânâlarını canlandırarak, dinleyenlere anlatır bir tarzda oku! (Müzzemmil, 4) İbn-i Mesud da şöyle der: Kur'ân'ı okurken çürük hurma gibi dağıtıp açmayın, şiir okur gibi de okumayın, ibret verici âyetlerde durun. Kalpleri onunla harekete geçirin. Gayeniz sureyi bitirmek olmasın! • Kur'ân, mânâları düşünerek okunmalıdır. Kur'ânı düşünmüyorlar mı? (Nisa, 82); (Bu Kur'ân), çok mübarek bir Kitabdır. O'nu sana indirdik ki âyetlerini düşünsünler. (Sad, 29) • İhtar, tehdit, gadab, azâb ve müşriklerin itirazlarını ifade aden âyetler, sesi hafifleterek hazin tavır takınarak okunmalıdır. • Rahmet, ikram, müjdeyi ifade eden âyetler, sevinç ve sururu ifade  eder bir tarzda sesi artırarak okunmalıdır.• Emir nehiy âyetlerini okurken emre uymaya, nehiyden kaçmaya azm ile niyet edilmelidir.• Mev'ıze âyetlerinden ögüt almaya, kıssa ve haberlerden ibret alınmaya çalışılmalıdır.• Nimet ve ihsan âyetlerinde hamd ve şükür edilmelidir.• Tesbih âyetlerinde Sübhânallah, müjde âyetlerinde Allahümme'rzuknâ, korku âyetlerinde ise Neuzü Billah denmelidir. • Kur'ân okurken hüzün ve huşu içinde mümkünse ağlamaklı bir sesle okunmalıdır. Ağlayarak çeneleri üzerine kapanırlar. (İsrâ, 109) Müslim'in rivâyetinde İbn-i Mesud'un Peygamberimize Kur'ân tilavetinde Peygamberimizin gözleriniz yaşardığını ifade eder. • Ezberden Kıraat eden kimse çıkaramadığı yerde bir önceki âyeti okuyup susmalıdır. Yandakine Bu nasıldı? dememelidir. O kimsenin zihnin karışmasına sebep olur. Başka kimsenin ikazı ile hatırlarsa devam eder. • Başkaları ile konuşmak için kıraatı kesmek mekruhtur. Başka bir kelâm Allah kelâmına tercih edilmemelidir.• Kıraatta esas olan, Mushaf'ı tertibi üzere okunmalıdır. Yani Fatiha'dan başlayıp Nâs'a doğru okunmalıdır. Sahâbe-i Kiram  bazı âyetleri okuyup diğerlerini bırakmayı veya birini bırakıp diğerine başlamayı kerih görmüşlerdir. • Bir kıraat şeklinden diğer kıraat şekline geçilmemelidir.• Kur'ân okunurken onu dinlemek, sünnettir. Kur'ân okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki size rahmet edilsin! (A'râf, 204)    • Kur'ân'da 14 secde secde âyeti vardır. Bu secde âyetleri okunduğunda  tilâvet secdesi yapılmalıdır.• Kur'ân okurken en uygun kıraat vakitleri tercih edilmelidir. Bu vakitleri, namazda, geceleyin, ikinci gece yarısı, akşamla yatsı arası olarak sıralayabiliriz. • Kur'ân kıraati güzel sesle süslenmelidir.• Kur'ân'ı tefhimle yani erkek sesi ile (kalın) okumak.• Kur'ân'ı riya veya gurura sevk edecek sebebler yoksa sesli okumak daha efdaldir. Allahu Teâlâ Kur'ânı Resulüne güzel sesle, cehren okumasına izin verdiği kadar, hiçbir şeye izin vermemiştir. (Buhârî, Müslim) • Kur'ânı yüzünden okumak ezbere okumaktan daha faziletlidir. Çünkü mushafa ve âyetlere bakarak okumak, makbul bir ibâdettir. • Her dil kendi alfabesiyle yazılıp okunduğu gibi; Kur'ân da kendi dili ile okunup yazılmalıdır. Kur'ân başka alfabelerle okunmaz. Kur'ân kendisi bir mucize olduğu gibi Arapça yazılışı da bir mucizedir. Bunun için Ahmed Husrev Efendi'nin yazdığı Tevafuklu Kur'âna bakılabilir. Kur'ân-ı Kerîm'in dili yine Kur'ân'ın bildirdiği üzere apaçık bir Arapçadır. O'nda ne bir anlatım bozukluğu, ne bir eksik ne bir kusur bulunmaz.  Kur'ân apaçık bir Arapçadır. (Nahl, 103) • Ayrıca:   Kur'ân, insanların için gönderilmiş bir hidâyet kitabı olmakla birlikte aynı zamanda bir edebiyat şaheseridir. Onda, i'caz, îcaz, hakîkat, mecaz, kinâye, istiâre, teşbih, bedî' ve diğer edebî san'atlar vardır. Bu san'atlar Arapçanın sarf ve nahiv kuralları ile bilinir. Başka bir alfabe ile ve dille yazılıp-okunduğu zaman bu san'atlar kaybolur. Ayrıca i'caz ve îcaz kaybolduğundan muradı ilahide anlaşılmaz. • Duha suresinden itibaren Kur'ânın sonuna kadar her sure arasında tekbir getirilmelidir.• Hatim bittiğinde mümkünse bütün âile, akraba, arkadaş vb. gibi yakınları toplayarak beraberce duâ edilmelidir.• Hatim bittiğinde hemen zaman geçirmeden yenisine başlanmalıdır. Allaha yapılan amellerin en sevimlisi, Kur'ân'ı baştan sona kadar okuyup bitirince hemen yenisine başlamaktır. (Tirmizî)

Zeynel Abidin YILDIRIM 01 Ekim
Konu resmiKur'ân hakkında ne dediler?

Alman filozoflardan Johan Jacob Reisig (bazı Arapça eski eserleri basan bir kimse) diyor ki: Biraz Arapça öğrenen bazı kimseler, Kur'ân ile istihzaya kalkışıyor. Fakat bunlar Kur'ân'ın te'sirli, fasih ve inananları elektrikleyen okunuşunu dinlemiş olsalar, Hazret-i Peygamber'in Ashâbına Kur'ân anlatırken kullandığı, akıllara hayret verici lisanı duysalar, Allah'ın huzurunda secdeye kapanırlar ve hepsi de Ya Resulallah! Bizim elimizden tut ve bizi senin ümmetine dahil olmak şerefinden mahrum etme, derlerdi. İngiliz bilginlerinden H. Leider, Müslümanların bugünkü medeniyet üzerindeki etkilerinden bahsederken der ki:  İslam çocukları tahsillerine Kur'ân ile başlıyorlardı. Çünkü Kur'ân bütün din ve dünya faziletlerinin kaynağıdır. Fakat bu mekteplerin yanlarında yine Kur'ân'ın ilhamıyla felsefe ve hikmet dersleri okunan medreseler vardı, sonradan bu medreseler üniversite olmuştur. Bundan dolayıdır ki, Afrika'nın o zamanlar dünyanın en karanlık noktası denen köşeleri, maddî terakkîler itibariyle, çağdaşı olan Avrupa ülkelerinden çok yüksek bulunuyordu. Peygamberimizin en büyük mucizesi olan Kur'ân-ı Kerîm sadece Müslümanların değil başka din tâbilerinin de tasdik ve takdirini görmüştür. Kur'ân bütün insanlığa gönderildiği için tesiri de bu ölçüde geniş olmuştur.İslâm dinine girmeyen bazı mütefekkirler, Kur'ân'ın semavî bir kitap olduğunu bazıları da insanlar için bir ahlâk kitabı, bir terbiye kitabı olduğunu kabul etmişlerdir. Üzerindeki ortak görüş ise Kur'ân dünyada tesiri en fazla olan, en fazla okunan bir din kitabıdır. Aşağıda bir kısım Avrupalı müsteşrikler, din adamları, Asyalı düşünür ve devlet adamları ile ansiklopedi ve gazetelerde Kur'ân lehine yazılan yazı ve görüşlere yer verilmiştir: PRENS BİSMARK Alman devlet adamı Prens Bismark, Kur'ân hakkında demiştir ki: Muhtelif devirlerde insanları idare etmek için Allah tarafından gönderildiği söylenen bütün indirilmiş ve semâvî kitapları tam ve etraflı surette tetkik ettimse de hiçbirinde bir hikmet ve isabet göremedim. Bu kanunlar, değil bir cemiyeti, bir hane halkının saadetini bile temin edecek mahiyetten pek uzaktır. Lâkin Müslümanların Kur'ân'ı bu kayıttan âzâdedir. Ben, Kur'ân'ı her cihetten tetkik ettim. Her kelimesinde büyük hikmetler gördüm. Müslümanların düşmanları, bu kitabın Muhammed'in sözü olduğunu iddia ediyorlarsa da, en mükemmel ve hatta mütekâmil bir dimağdan böyle hârikanın doğacağını iddia etmek, hakîkatlere göz yumup kin ve garaza âlet olmak mânâsını ifade eder ki, bu da ilim ve hikmetle bağdaşmaz.Ben şunu iddia ediyorum ki, Muhammed mümtaz bir kuvvettir. Kudret elinin böyle ikinci bir vücudu, imkân sahasına getirmesi ihtimalden uzaktır. Ben sana çağdaş olamadığımdan müteessirim, yâ Muhammed! Öğreticisi ve nâşiri olduğun bu Kitap, senin değildir. O, İlâhîdir, O'nun ilâhî olduğunu inkâr etmek, mevzu ilimlerin batıl olduklarını iddia etmek kadar gülünçtür. Bunun için insanlık senin gibi mümtaz bir kudreti bir defa görmüş, bundan sonra görmeyecektir. Ben sevgi dolu huzurunda derin bir hürmetle eğilirim. BARTELEMİ SENTİER Bartelemi Sentier Muhammed'in Hayatı adlı eserinde şöyle der: Kur'ân'a Arap dilinin kıyas kabul etmez şâheseri gözüyle bakılabilir. Şeklin düzgünlüğü ve güzelliği, bütün âlemin müttefikan verdiği rey gereğince mevzuunun azametine müsavîdir. Fikirlerden önce kalpler O'na kapılıp sarılır. JOHAN JACOB REİSİG Alman filozoflardan Johan Jacob Reisig (bazı Arapça eski eserleri basan bir kimse) diyor ki: Biraz Arapça öğrenen bazı kimseler, Kur'ân ile istihzaya kalkışıyor. Fakat bunlar Kur'ân'ın te'sirli, fasih ve inananları elektrikleyen okunuşunu dinlemiş olsalar, Hazret-i Peygamber'in Ashâbına Kur'ân anlatırken kullandığı, akıllara hayret verici lisanı duysalar, Allah'ın huzurunda secdeye kapanırlar ve hepsi de Ya Resulallah! Bizim elimizden tut ve bizi senin ümmetine dahil olmak şerefinden mahrum etme, derlerdi. DR. JOHNSON Dr. Johnson, Kur'ân hakkında şöyle der: Kur'ân şiir midir? Değildir. Fakat O'nun şiir olup olmadığını ayırmak müşküldür. Kur'ân, şiirden daha yüksek bir şeydir. Bununla beraber Kur'ân ne tarihtir, ne de hâl tercemesidir. O İsâ'nın dağda irad ettiği mev'ıza gibi bir şiir mecmuasıdır... O bir peygamberin sesidir. Öyle bir ses ki, O'nu bütün dünya dinleyebilir. Bu sesin akisleri saraylarda, çöllerde, şehirlerde, devletlerde çınlıyor. Bu sesin tebliğ ettiği din, önce nâşirlerini bulmuş, sonra yenileşmeye can atan ve imâr edici bir kuvvet şeklinde tecelli etmiştir. Bu sâyededir ki, Yunanistan ile Asya'nın birleşen ışığı Avrupa'nın üzerine çöken bunaltıcı karanlıklarını yarmış ve bu hâdise Hıristiyanlığın en karanlık devirlerini yaşadığı bir zamanda olmuştur. H. LEİDER İngiliz bilginlerinden H. Leider, Müslümanların bugünkü medeniyet üzerindeki etkilerinden bahsederken der ki:  İslam çocukları tahsillerine Kur'ân ile başlıyorlardı. Çünkü Kur'ân bütün din ve dünya faziletlerinin kaynağıdır. Fakat bu mekteplerin yanlarında yine Kur'ân'ın ilhamıyla felsefe ve hikmet dersleri okunan medreseler vardı, sonradan bu medreseler üniversite olmuştur. Bundan dolayıdır ki, Afrika'nın o zamanlar dünyanın en karanlık noktası denen köşeleri, maddî terakkîler itibariyle, çağdaşı olan Avrupa ülkelerinden çok yüksek bulunuyordu. NEAR EAST GAZETESİ Londra'da çıkan Near East - Yakın Şark Gazetesi 1922'de şunları yazmıştır: Hazret-i Muhammed (asm) hakkında düşüncemiz ne olursa olsun, şunu itiraf etmek zorundayız ki, Kur'ân, nazil oluşu ve tertibi itibariyle hayrete şâyan ve mu'cize bir kitaptır. SİR EDWARD ROSS Kur'ân'ın İngilizce'ye Sale tarafından yapılan tercemesine önsöz yazmış olan Sir Edward Ross der ki: Son bin üç yüz yıllık bütün bunalım ve ihtilaller içinde Kur'ân, Türklerin, İranlıların ve Hintlilerin dörtte birinin kitabı olarak pâyidar olmuştur. Bunlar, Kur'ân gibi bir kitabın garbın her tarafında mutlaka tetkik edilmesi gerektiği fikri üzerinde, özellikle fennî keşiflerin, zaman ve mekân kaydı tanımadan genel menfaatlerin cihana hâkim olmaya başladığı son zamanlarda, bunda ısrar etmişlerdir. RODWİL Kur'ân'ı İngilizceye çeviren Rodwil diyor ki: Kur'ân'ı okudukça, O'nun bizi etkilediğini ve hayrete düşürdüğünü, nihayet bize üstünlüğünü teslim ettirdiğini ve önünde secdeye kapandırdığını görürüz. Kur'ân, temas ettiği konular ve güttüğü maksatlar itibariyle üslubu temiz, yüksek ve haşyet vericidir. Belâgat bakımından ise en yüksek şâhikadadır. EDMOND İngiliz siyaset adamlarından Edmond der ki: Kur'ân'ı tetkik ettikçe, O'nun kemal ve yüceliğini tanırız. Önce insanı cezbeden Kur'ân, sonra onu hayrete sürükler, sonra da onda bir tutkunluk uyandırır, insanı kendisine hürmete mecbur eder ve bu suretle herkesi derinden etkiler. ANSİKLOPEDİA BRİTANNİCA Ansiklopedia Britannica, Kur'ân için şöyle yazar: Kur'ân'ın muhtelif bölümleri, muhtelif konulardan bahseder. Âyetlerin bir çoğu, dinî ve ahlâkî meseleleri açıklar. Bazıları da tabiattaki mevcut tecelli ve olayları ifade ederek Allah'ın lütuf ve azametini, O'nun sonsuz ululuğunu tertil edip dile getirir... Ancak Hazret-i Muhammed (asm)'ın peygamberliği iledir ki, Cenâb-ı Hakk'ın, bir ve tek Kadîr-i Mutlak olduğu gösterilmiştir. Puta tapmak yahut Allah'ın oğlu sıfatıyla İsâ'ya ibadet gibi mahlukata tapmak, Kur'ân'da şiddetle reddedilmiştir. Kur'ân'ın dünyada en çok okunan kitap olduğu muhakkaktır. 1926 yılında, Fransız Eğitim ve Dışişleri Bakanlıkları emriyle yapılan Kur'ân tercemesinin önsözünde denir ki: Kur'ân'ın üslubuna gelince, o şüphesiz ki, Yüce ve Ulu Yaratıcının beyanıdır. Zira kendisinden böyle bir üslup sâdır olacak, ancak varlığın sırlarına vakıf bulunan Cenâb-ı Hakk olabilir. Gerçek şudur ki, O'nda şek ve şüphe üzere olan yazarlar bile, O'nun yüce beyanının tesirine boyun eğmişlerdir. Yeryüzüne yayılmış olan 300 milyon (bu sayı bugün 1.5 milyardır) müslümanın üzerinde O'nun tesir ve nüfuzu o derecededir ki, bütün misyonerler, şimdiye kadar, bir müslümanın, O'nu beğenmeyerek dininden döndüğünü ispat edecek bir olay gösterememişlerdir. THOMAS ARNOLD Londra Üniversitesi Arapça Profesörü müsteşrik Thomas Arnold, İslâm'ın Tebliği adlı eserinde der ki: Afrika'nın o iptidai okullarında yalnız Kur'ân okunuyorsa, bu az bir şey ve küçük bir terakki değildir. Çünkü Kur'ân daha büyük bir terakki kaynağı olabilir. Kur'ân'ın Afrika'da bu şekilde okunmasının doğurduğu faydalardan biri, oradaki reislerin kendi arzularına göre hareket edecekleri yerine, Kur'ân'ın irşadına uygun davranmalarıdır. Bu hareket tarzı Afrika'nın hayatında öyle bir değişiklik yapmıştır ki, bu onları medenileştirmiş, onları sanayi, ticaret ve diğer işleri geliştirmeye sevk etmiştir. Müslümanların irşadıyla, İslâm'ın tesiriyle Afrika'nın her tarafına muhteşem şehirler kurulmuştur. Avrupalı seyyahlar, bunları ziyaret ederek hemşehrilerine anlattıkları zaman Avrupalılar bu ihtişama inanmak istememişlerdir. H.G. WELLS İngiliz ictimâiyatçısı H.G. Wells şöyle der: Avrupalılar içinde Kur'ân'ı tetkik edenler azdır. Bu cehâlet yüzünden O'na bâtıl isnatlar yapılmaktadır. Kur'ân Allah'ın emirlerine uygun olarak Müslümanları en sıkı kardeşlik bağlarıyla bağlamış ve öyle bir kardeşlik vücuda getirmiştir ki, ırk, renk, dil farklarının üstüne çıkmıştır. Hıristiyanlar arasında kardeşlik bağları, İslâm kardeşliği ile kıyaslanacak gibi değildir. Müslümanlar, madencilik, hendese, astronomi, mimarlık, güzel sanatlar ve felsefeyi inkişaf ettirmişlerdir, onları buna sevk eden âmil, ancak Kur'ân'ın insanları birleştirerek onları fazilet ve irfan servetini elde etmeye teşvik etmesinden ileri gelmektedir. DR. İSAC TAYLOR İngiliz bilgini Dr. İsac Taylor, 1865'te Times Gazetesi'nde şöyle yazmıştır: Müslümanlık, medeniyetin parlak bir meş'alesi olan Kur'ân'a müstenittir. Bu kitap insanları, bilmediklerini öğrenmeye teşvik eder. İleri atılıp yükselme, doğruluk ve onur sahibi olmanın, insanlar için gerekli olduğunu anlatır. Şüphesiz ki, İslâm'ın faydaları açıktır. O'nun başlıca özelliği, kültür ve medeniyetin esası, belki en büyük temel taşı olmasıdır. EMANUEL DUEŞ Musevi bilgini Emanuel Dueş, İslamiyet başlığı altında yazdığı makalesinde şöyle diyor: Arapları, Büyük İskender'in imparatorluğundan daha geniş memleketlerin fethine, Roma Devleti'nden daha büyük bir devleti, ancak bu devletin tesisi için geçen zamanın altıda biri kadar kısa bir zaman zarfında kurmaya sevk eden Mukaddes Kitap'tan bahsedeceğiz. Bu kitap Kur'ân'dır, bu O kitaptır ki, O'nunla Müslümanlar Avrupa'ya hâkim olarak zaferle girmişlerdir. Fenikeliler Avrupa' ya tüccar, Yahudiler Avrupa'ya mülteci veya esir olarak girdikleri halde, Müslümanlar oraya hâkim olarak girdiler ve bu Müslümanlar, Kur'ân'ın yardımıyla Avrupa'ya ilim meşalesini taşımışlardır. Gerçekten Müslümanlar Avrupalılara ve şarklılara felsefe, tıp, astronomi ve edebiyat öğretmişlerdir. Yunan'ın ölü dimağına ve ölü irfanına hayat vermişler, bütün dünyayı cehalet karanlıkları sarmışken, onlar her tarafa nur saçmışlar, ışık tutmuşlardır. Ve böylelikle bu insanlar yeni ilimlerin temellerini atmışlardır. EDWARD GİBBON İngiliz tarihçisi Edward Gibbon, Roma İmparatorluğu'nun Çöküşü adlı eserinde diyor ki: Ganj nehriyle Atlantik Okyanusu arasındaki memleketler, Kur'ân'ı bir esas kanun gibi yasama hayatının ruhu olarak tanımıştı. Kur'ân'ın nazarında satvetli bir hükümdar ile zavallı bir fakir arasında hukuk bakımından fark yoktur. Bu gibi esaslar üzerinde öyle bir teşri vücuda gelmiştir ki, dünyada bir benzeri yoktur. İlim ve hikmet kavramış bir dimağa malik olan bir müvahhid, Allah'ın birliğini tanıyan bir din adamı, İslam Dini'nin hükümlerini kabul etmekte hiç tereddüt etmez. Müslümanlık belki bugünkü fikrî inkişaflarımızın seviyesinden daha üstün ve yüksek bir dindir. ALEXİ LUVAZUN Fransız filozoflarından Alexi Luvazun şöyle demiştir: İnsanların hidayeti için Hazret-i Muhammed (asm)'a vahyolunan Kur'ân, hikmetle dolu parlak bir kitaptır, Hz. Muhammed (asm)'ın gerçek Peygamber olduğunda şek ve şüphe yoktur. Bundan başka Hz. Muhammed (asm), öyle yüksek bir ilahî peygamberdir ki, Allah'ın iradesine tevfikan Müslümanlık gibi dünya çapında bir dini getirmiş ve O'nun tesisinde Allah'ın inayetine nâil olmuştur. Neticede O'nun dinini kabul edenlerin sayısı 300 milyonu (şimdi bir buçuk milyarı) aşmış ve bu müslümanlar atlarının nallarıyla Roma İmparatorluğu'nu çiğnedikten sonra, mızraklarının ucuyla dalâleti kökünden kazımışlar, daha sonra da Doğu ve Batı'nın en azametli devletleri bile onların karşısında titremişlerdir. Yeni ilimlerin keşfettikleri veya yeni ilimlerin yardımı ile hallolunan veyahut hallolunmaya uğraşılan meseleler arasında bir mesele yoktur ki, İslâm'ın esasları ile çatışmış olsun. Bizim Hıristiyanların, Hıristiyanlığı tabiat kanunları ile te'lif etmek için sarf ettikleri gayrete karşın, Kur'ân-ı Kerîm ve O'nun tâlimatı ile tabiat kanunları arasında tam bir ahenk ve uygunluk görülmektedir. SEDİYU Fransız müsteşriki Sediyu, Arabistan'ın Kısa Tarihi adlı eserinde diyor ki: Kur'ân, her hürmete şâyan olan bir kitaptır. Kur'ân, insanlara haklarını tanıtmış, mahlukâtın Hâlık'tan ne beklediğini, kulların Hâlık ile münasebetini en açık, sarih şekilde öğretmiştir. Kur'ân, ahlâk ve felsefenin temellerini kapsar. Fazilet ve kötülük, hayır ve şer, eşyanın hakîki mahiyeti, hülâsa her şey ve konu Kur'ân'da ifadesini bulmuştur, Kur'ân'ın âyetleri, zamanın ihtiyaçlarına ve devrin hâdiselerine göre Hazret-i Muhammed (asm)'a vahyolunmuştur. Bundan dolayıdır ki, Araplar toplu bir millet halinde birleşmişler aralarında düşmanlıktan başka bir şey olmayan kabileler, bu düşmanlığın şerrinden kurtularak, görülmedik bir şekilde birbirine bağlanmışlar, kaynaşmışlardır. Hikmet ve felsefenin esası olan kâideler, adâlet ve eşitlik öğreten nizamlar, başkalarına iyilik yapmayı, faziletli olmayı talim eden esaslar, bunların hepsi Kur'ân'da vardır. Kur'ân insanı iktisada, her şeyden itidale sevk eder. Dalâletten korur. Ahlak bozukluğu bataklıklarından çıkarır. Yüksek ve güzel ahlâkın doruk noktasına eriştirir. İnsanın kusurlarını düzeltir, hatalarını ıslah eder. Müslümanlığa barbar diyenler, şuurdan yoksun kişilerdir, çünkü bunlar Kur'ân'ın açık âyetlerine karşı gözlerini yumuyorlar ve Kur'ân'ın asırlar boyunca kötülükleri, çirkin şeyleri nasıl söküp attığını, silip süpürdüğünü tetkik etmiyorlar. MANUEL KİNG İngiliz bilgini Manuel King, 1915'te Müslümanlık ve Kur'ân hakkında şöyle demiştir: İslâm'ın semavi kitabı Kur'ân'dır. Bu kitap Hazret-i Muhammed (asm)'ın peygamberliği esnasında telakkî etmiş olduğu vahiylerin mecmuudur. Kur'ân, Müslümanlığın inanca dair olan esaslardan başka birçok ahlâk kurallarını, günlük hayatla ilgili prensipleri de hâvidir. Bu cihetten Müslümanlar Hıristiyanlara üstündür. İslâm, idare şekli bakımından Cumhuriyet esaslarına dayanır. Bu din, bütün insanlara eşitlik tanır ve insanın ruhunu Allah'a pek yakından bağlar. İslam'ın toplumsal esaslarından bir kısmı kadınlara âittir. Kur'ân'da kadınlar zikrolundukça, haklarında saygılı sözler kullanılır. Analara sevgi ve saygı, eşlere şefkat ve bağlılık Kur'ân'da ısrarla tavsiye edilir. DOKTOR STENGASS Doktor Stengass diyor ki: Kur'ân'ı sâde, edebî ve bediî kısmetlerle ölçmek yeterli değildir. O'nu yaptığı tesir ile ölçmek gerekir. Mademki Kur'ân, dinleyicilerin kafalarına ve kalplerine bu derece kudretli ve inandırıcı bir surette hitap ederek karmakarışıklık içinde ve birbirine düşman unsurlardan toplu bir heyet vücuda getirmiştir. Bu topluluğa o zamana kadar Arapların kafasına yerleşip hâkim olan fikirlere nispetle, çok yüksek fikirler aşılamıştır. O halde O'nun belâgati mükemmeldi. Çünkü O'nun sayesinde vahşi kabilelerden medeni bir millet meydana gelmiş, O tarihe yeni bir hız vererek akışını değiştirmiştir. HİRSCHFELD Müsteşriklerden Hirschfeld şöyle demiştir: Kur'ân, hâiz olduğu iknâ gücü, belâgat ve beyân tarzı itibarı ile mertebesine erişilmeyecek bir kitaptır. İslam âleminde, bütün ilim ve irfan şubelerinin hayrete şâyan gelişmesi, dolayısıyla Kur'ân sayesinde olmuştur. SALE:Kur'ân'ı İngilizceye tercüme eden Sale der ki: Kur'ân muhakkak ki, Arap dilinin en kıymetli ölçüsüdür. Kur'ân'ın üstün üslubu umumiyetle güzel ve akıcıdır. Bilhassa Allah'ın azamet ve yüce şânını beyan eden âyetlerin üslubu son derece yüksek ve muhteşemdir. CARLYL: Carlyl, Hazret-i Peygamber'i ve Kur'ân'ı över, Eşler arasına sevgi ve merhamet koydu (Rum Suresi: 21) meâlindeki âyete hayran kaldığını söyler ve Kur'ân baştan başa samimiyet dolu bir kitaptır. der. BERNARD SHAW:İngiliz edibi Bernard Shaw; insanlığın geçirmekte olduğu bunalımdan onu İslam'ın kurtaracağını söyler ve: Geleceğin dini Müslümanlık olacaktır, der. BODLEY: Bodley, Hazret-i Muhammed adlı eserinde Kur'ân hakkında şöyle demektedir: Kur'ân hayrete şâyan bir kitaptır... Âyetler, insanın içine ürperti verecek bir ihtişam taşır. İnsanlık Kur'ân'ın surelerine şiir deyip dememesi, tamamıyla bir kanaat meselesidir. Sureler birer şiir değildir, fakat çok büyük bir heyecan taşırlar. Bu şiire mahsus hassaları taşıması, Kur'ân'ı bir kanun, bir örf ve âdet, ahlâk, bir toplu ibadet kitabı ve tarihî hâdiselerin toplanmış olduğu bir kitap olmaktan menetmiyor. O'nun Müslümanların üzerine şaşılacak derecede büyük bir tesir yapan mistik bir havası vardır. Neticede hepimiz Kur'ân'ın ilahî kaynaklarını kayıtsız şartsız kabul etmek mecburiyetindeyiz.'' M.H. Heykel Paşa, Hayat-ı Muhammed, Kahire, 1938. Bediüzzaman Said Nursi, İşaratü'l-İ'caz, Osmanlıca Elyazması Hakikat Kitabevi, Rehber Ansiklopedisi, İstanbul, 1984 Kur'ân bütün din ve dünya faziletlerinin kaynağıdır.H. LEİDER

Murat İNCEİMAMOĞLU 01 Ekim
Konu resmiRamazan Muştusu

Beden-i cevârih giyince sıyamDirildi ruhlar dâim durdu kıyamSâkin-i arz u semâ eyledi selamVakt-i nüzulündür ezeli kelam  Vücud fenâ ile mi mukayyedRuh beden hasbine mi müebbedSavm ile andelibini azad etPervaz olsun gülistanda ebed Sultan-ı şuhurasın yok üstüne bir anTulu' etti ufk-u şâhikanda şems-i FurkanKamaştırdı kalpleri beyan-ı nurefşanÂb-ı hidâyete kandı çatlamış vicdan Hilalin olsam ki hicranınla yananİnşiraha muştu besteleri yakanGöster cemâlini en garib-üz zamanHani ağlamasın bir başka ramazan Esiverip yeniden sabâ rüzgarıDağıtmaz mı, kasavet bulutlarınıKaplamaz mı ufuneti, râyihasıSolmadan goncalar tatmaz mı vuslatı Asırlardır, cevher-i hakikate hazinedarsınSaçıver de yıldızlar perde-i hicâba saklansınYetmez mi mahzen-i mazide gizlendiği elmasınArtık ol mücellâ ziynet sertacı olsun ervahın

Fatih KIRAR 01 Ekim
Konu resmiEsmâ-i Hüsnâ
İnsan

İnsan ne kadar ayinedarlığını bilerek Allah'ın güzel isimlerini okuyup okuttursa o nisbette kıymet ve değer kazanır. İşte bu sırla Peygamberimiz (asm) Cenâb-ı Hakk'a en cami' ve en mükemmel bir ayine olmuş ve böylece Allah'ın en sevgili kulu olarak Habîbullah ünvanını almıştır. Kur'ân'da Cenâb-ı Hakk: Esmâ-ül Hüsnâ (en güzel isimler) ise Allah'ındır. Öyleyse Ona onlarla duâ edin. buyuruyor. (A‘raf, 180) Hadiste Peygamberimiz (asm): Allah'ın doksan dokuz ismi vardır. Kim bunları anlayarak ezberlerse cennete girer. buyuruyor. (Tirmizî) Başka rivayetlerde Allah'ın isimlerinin sayısını ancak Allah'ın bileceği belirtilmiştir. Dolayısıyla 99 rakamı sınırlandırmak için değildir. Hem Peygamberimiz (asm) Cevşenü'l-Kebîr isimli münâcatında Allah'a bin bir ismiyle duâ etmiştir. İnsan, kâinatın küçük bir misali ve numunesidir. Cenâb-ı Hakk, insanı kâinata bir fihrist, bir nümune olarak yaratmıştır… İşte bu sırla  kâinatta tecellî eden Cenâb-ı Hakk'ın bütün isimleri insanda da tecellî etmektedir. Yani insan, kâinat kadar Cenâb-ı Hakk'ı gösteren cami‘(toplayıcı) bir aynadır. İnsan, Cenâb-ı Hakk'a ayinedarlığını üç vecihle yapıyor.Birinci vecih: Nümuneler i‘tibariyle. Yani  insana verilen cüzî ilim, kudret, görme, işitme, malikiyet gibi  duygular ile Cenâb-ı Hakk'a ayinedarlık eder. Mesela, Ben nasıl bu evi  kendi ilmimle kuvvetimle yaptım, ve görüyorum ve sahibiyim ve idarecisiyim; Allah da kâinatın yaratıcısı, mâliki, idarecisidir. Her şeyi görür ve duyar. diyerek ayinedarlık edip gösterir. İkinci vecih: Zıtlar i‘tibariyle. Yani nasılki gecede karanlık aydınlığı gösterir. İnsan da nihayetsiz acizliği ile Allah'ın nihayetsiz kudretini, nihayetsiz fakirliği ile Allah'ın nihayetsiz ğınasını (zenginliğini) gösterir ve hâkezâ. Üçüncü vecih: Yani infial cihetiyle Cenâb-ı Hakk'ın bazı isimleri insanın üzerinde nakışlar suretinde görünür. Mesela yaratılışında Hâlık ismini, san‘atlı yapılışı Sani‘ ismini, kendisine çokca ikram edilmesiyle Kerîm ismini gösterir. Böylece bir ayine olur. İnsan ne kadar ayinedarlığını bilerek Allah'ın güzel isimlerini okuyup okuttursa o nisbette kıymet ve değer kazanır. İşte bu sırla Peygamberimiz (asm) Cenâb-ı Hakk'a en cami‘ ve en mükemmel bir ayine olmuş ve böylece Allah'ın en sevgili kulu olarak Habîbullah ünvanını almıştır. Burada münasebet gelmişken zâhirden hakikate geçmek ta‘birini izah edelim. Zâhir: Görünen demek. Eşyanın bir görünen yüzü bir de hakikati var. Eşyanın arkasındaki hakikat, Esmâ-i ilahiye (Allah'ın isimleri) dir. Bedi‘üzzaman Hazretleri Ene Risâlesi'nde (30. Söz): Kâinatın kapıları zahiren açık görünürken hakikaten kapalıdır. diyor. 32. Sözün 3. mevkifinin başında da bu mevzu‘ şöyle izah ediliyor. Bütün mevcudatın hakaiki (hakikatleri), bütün kâinatın hakikatı Esmâ-i ilahiyeye istinad eder (dayanır). Her bir şeyin hakîkati bir isme veyahut çok Esmâya (isimlere) istinad eder (dayanır). Eşyadaki san‘atlar dahi her biri bir isme dayanıyor. Hatta hakîkî fenn-i hikmet Hakîm ismine ve hakikatli fenn-i tıb Şafî ismine ve fenn-i hendese (geometri) Mukaddir ismine ve hakeza her bir fen bir isme dayandığı ve onda nihayet bulduğu gibi bütün fen ve kemalat-ı beşeriye (insanlığın ilerlemesi olgunlaşması) ve tabakat-ı kümmelin-i insaniyenin (insanların mükemmellerinin tabakaları) hakikatleri Esmâ-i ilahiyeye istinad eder. Hatta muhakkikin-i evliya (evliyanın araştırıcı olanları)nın bir kısmı demişler: Hakiki hakaik-i eşya (eşyanın hakikatleri) Esmâ-i ilahiye (Allah'ın isimleri)dir. Yine Mu‘cizat-ı Enbiya Risalesi'nde şöyle geçiyor: Her bir kemalin, her bir terakkiyatın (ilerlemelerin), her bir fennin bir hakâkat-ı âliyesi (yüce hakîkati) var ki: O hakikat ise bir ism-i ilahiye dayanıyor. Yani asıl gaye Allah'ın isimlerine ulaşmak  ve onları anlamak ve böylece her şeyin asıl hakikatine ulaşmak.Esmâ-i Hüsnânın celalî ve cemalî kısımları var. Rahman, Rahîm, Latîf, Gafur, Halîm, Cemîl  gibi cemalî tecellileri olduğu gibi Kahhar, Cebbar, Müntekim, Celîl gibi celalî tecellileri de vardır. Bu sırra ve en baştaki âyette geçen Ona onlarla duâ edin! emrine binâen herkes ihtiyacına göre farklı  isimlerle duâ eder. Mesela hasta olan şifâ için Şafî ismiyle, af ve bağışlanma isteyen Afüvv, Gafur, Gaffar, Tevvab gibi isimlerle, düğümlerin ve kapıların açılmasını isteyen Fettah ismiyle, sabır isteyen Sabur ismiyle, zulüm gören Kahhar-ı Zülcelal, Cebbar, Müntekîm gibi isimlerle duâ eder. Yâ Rabbenâ! Bütün Esmâ-i Hüsnâ'nı şefaatçi yaparak niyaz ediyoruz ki, bizleri, isimlerini güzel bir ayna olarak gören ve gösteren, okuyan ve okutturan kıllarından eyle! Amin. ...Ona onlarla duâ edin! emrine binâen herkes ihtiyacına göre farklı  isimlerle duâ eder.

İlyasi RAMAZANOĞLU 01 Ekim
Konu resmiParlak bir istikbâle namzediz!
Eğitim

Kendine güven ve ümidin kaybolduğu yer ve zamanda ‘iman' kuvvetlerinin ve kaynağı iman olan pek çok haslet ve duygunun da eriyip tükeneceği muhakkak... Bu eriyip tükenme neticede ‘toplumsal cinnet' çarklarının hızla dönmesine sebep olacak ve bu meşum fabrikanın yegane meyvesi günahkârlık ve topyekün esaretten başka bir şey olmayacaktır... Esaret; nefse esaret, kula esaret, başka kültürlere esaret, gayrımüslim milletlere esaret!... Çünkü muhteşem bir mâzimiz var...  Yolumuzun aydınlık olduğuna hiç şüphem yok, zirâ bizdeki güneşler kimseciklerde bulunmaz... Ne yapacağımızın, hangi yöne döneceğimizin pekâlâ farkındayız; ‘pusula'sız demir almak yazmaz kitabımızda çünkü... Bakın ne yazıyor kitabımızda: Onlar ki, (bir kısım) insanlar kendilerine: Şüphesiz insanlar (düşmanlarınız) gerçekten size karşı toplandılar; işte onlardan korkun! dediler de (bu) onların imanlarını artırdı ve Allah bize yeter! Ve (O) ne güzel vekildir. dedirler.    Bütün mesele burada işte; her hâdiseyi tefekkür boyutuna aktarıp îman hazinesini artıracak cevhere dönüştürebilmekte... Yalnız,  fakat gerçekten yalnız Yaratan'ı en güzel vekîl bilip, Allah bize yeter! şuurunu her dem taze tutmakta asıl hüner... Kötü tuzakların, hayasız entrikaların, şeytânî tertiplerin, hukuksuz tecavüzlerin, hafiye takiplerinin, harâmî yağmalarının ayyuka çıkması mı bizi bedbînleştirip ümitsizliğe düşüren? Yoksa derunî ihtilallerimizi bastıramamanın, kalbî nizalarımızı giderememenin ve bir türlü Hakk'ı vekîl tutamamanın verdiği ruh açlığını örtbas etmek için mi habire karanlığa küfredip, şeytanlara taş atıyoruz... Taşlar bağlanıp kelbler serbest bırakılmışsa, yapılacak ilk iş etrafımıza nurânî ve Kur'ânî bir set çekip aslî vazifelerimizle uğraşıp Allah'a asker ve kul olmak için çırpınmak değil midir? Her havlayan kelbe taşa atmaya kalkışılırsa âlemde taş mı kalır? Allah kullarına zulmetmez! O hâlde ne diye Hakk'ın rahmetini sorgularcasına Âh! Vâh! edelim ki? Her şeyin dizgini O'nun elinde, herşeyin anahtarı O'nun yanında değil mi? Her şey O'nun emriyle hâlledilmiyor mu? O, ‘emr-i kün feyekün'ün yegâne sahibi değil mi?... Şimdilerde şu meâldeki duâyı dilimizden düşürmesek ne iyi olur: Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır, ayaklarımıza sebat ver ve kâfirler topluluğuna karşı bize yardım eyle! Kendine güven ve ümidin kaybolduğu yer ve zamanda ‘iman' kuvvetlerinin ve  kaynağı iman olan pek çok haslet ve duygunun da eriyip tükeneceği muhakkak... Bu eriyip tükenme neticede ‘toplumsal cinnet' çarklarının hızla dönmesine sebep olacak ve bu meşum fabrikanın yegane meyvesi günahkârlık ve topyekün esaretten başka bir şey olmayacaktır... Esaret; nefse esaret, kula esaret, başka kültürlere esaret, gayrımüslim milletlere esaret!...eni bir ‘bâsübadelmevt' yaşamak, karanlık sahillere kırılan serseri dümenleri selâmet sâhillerine çevirebilmek, tüm his ve duyguları ‘hikmet', ‘iffet' ve ‘şecaat' kiremitleriyle örülü mukaddes ‘istikamet çatısı'nda buluşturmak, kendi ellerimizle kazdığımız çukurlara yine kendi ellerimizle attığımız evlatlarımızı can çekişmekten kurtarmak hep o esaretin kırılmasına bağlı... Karanlık ve tehlikeli de olsa tüneli geçmeye azmedersek tünelin ucu da elbet bir gün gelecektir...Dünya ahvali nazarımızı bozmasın! Yaramaz tıbbıyelilerin elinde oyuncak olan kokuşmuş bir kadavra kadar kıymeti ve kudreti olmayanların hareketli gölgeleri onlar için tayin edilen ‘cehennem çukurları'na liyakat kazanmaları içindir... Bu puslu pis havadan ciğerleri boğulmak derecesine gelen ehl-i hakkın mazlumiyeti ise onlara ihsan edilecek olan manevi makamlara hak kazanmaları içindir...             Hakiki vukuatı haber veren tarih şunun en sadık şahidi: Hakk'a kafa tutup, Yaratan'a bayrak açan zalemelerin hüviyet ve sıfatı her ne olursa olsun, akıbetleri    hiç değişmedi: Hüsran ve nâr! Sadakatini, sebatını, metanetini, ümidini, imanını, pusulasını, rehberini kaybetmeyen ehl-i hakk için de âkıbet hep aynı kaldı: Zafer ve nur! Vakit, her gelecek her zaman diliminde güneşin hasretiyle kavrulan hilâlin parlak istikbalini haykıracak!Bakın, görün ve ayılın!

H. Sabri COŞKUN 01 Ekim
Konu resmiAllah Benim Yargıcımdır

Danyâl Peygamberin bereketiyle türlü türlü nimetlere kavuşan Çukurova, sefâhate atılınca o nimetler de bereketliliğini yitirmiştir. Yine de mümbit topraklara sâhiptir; narenciyesinden muzuna, pamuğundan mısırına, karpuzundan üzümüne kadar semeredar… Bir şehir düşünün… Orta yerinde koca bir Peygamber bulunsun. Kentin merkezinde olsun da orada yaşayanlar tanımasınlar O'nu. Hem de bir bereket Peygamberi olsun.Evet, bahsettiğim Peygamber, Danyâl Aleyhisselâmdır ve Tarsus'un göbeğinde; haritanın en altının tam ortasında saklı durur! İnsanlar düşünün, bu Peygamberin kabrini görmek için uzaklardan, çok uzaklardan, ülkenin dört bir cenâhından sağanak sağanak kente akın etsinler de o şehrin sâkinleri bu mübârek zâtın varlığından bile habersiz olsun. İstedim ki bu yüce Peygamberi biraz tanıyalım. Hz. Ömer'in hilâfeti hengâmında fethedilen Tarsus, insanlık tarihinin ilk kurulan şehirleri arasındadır. Danyâl Peygamberin kabri de Halife Ömer'in devrinde burada ortaya çıkarılmıştır. Şöyle ki: İslâm ordusu bu memleketi fethettikten sonra şehrin ortasından geçen Tarsus çayının içinde irice bir mezar görürler. Fakat kim olduğu hakkında bilgi sâhibi olmadıkları için durumu halîfeye arz ederler. Hz. Ömer (ra) da, ilmin kapısı İmâm-ı Ali (ra)'a sorar. Hz. Ali (ra), mezarın Danyâl Peygambere ait olduğunu söyler. Zira bütün emâreler ona işaret etmektedir. Dikkat edilecek bir husus var ki; Hz. Ali (ra) bunları söylerken mezarı görmeden binlerce kilometre mesafe uzaklıktan kim olduğunu bilmiştir. Danyâl (as)'ın meşhur bir yüzüğü vardır; iki aslanın ortasında bir çocuk resmi mevcuttur. Bu yüzük, Danyâl Peygamberin küçüklüğünde iki dişi aslan tarafından emzirilip büyütüldüğünü simgelemektedir. O tarihe kadar çürümeyen ve çürümeyecek olan bedeniyle Danyâl Peygamber, halîfenin emriyle çok değerli ve korunaklı bir sandukaya konulur ve Tarsus çayının kabrin etrafından dolanıp akması sağlanır. O târihlerde oldukça büyük olan Tarsus çayı zamanla küçülmüş ve maalesef çok yakın târihte tamâmen kapatılmıştır.İnsanlar düşünün, elleri bomboşken Allah'a nasıl yakardıklarını, yalvardıklarını… Ve elleri nimetlerle dolunca, Allah'ı nasıl da unuttuklarını… Danyâl Peygamberin bereketiyle türlü türlü nimetlere kavuşan Çukurova, sefâhate atılınca o nimetler de bereketliliğini yitirmiştir. Yine de mümbit topraklara sâhiptir; narenciyesinden muzuna, pamuğundan mısırına, karpuzundan üzümüne kadar semeredar… Geçmiş zamanda, nice sultanlar Danyâl Peygamberi ülkelerine bereket getirmesi için davet etmiştir. Hatta mervîdir ki Şam bölgesinin ileri gelenleri, bölge kıtlık içerisindeyken Danyâl (as)'ı davet ederler. O sıralarda Tarsus'ta yaşayan Peygamber Şam'a gider ve bölge hiç görülmeyen nimetlere, bereketlere gark olur. Tekrar Tarsus'a dönen Danyâl Peygamber bir daha bu şehirden ayrılmaz. Danyâl aleyhisselamın vefatından yıllar sonra tekrar kıtlığa duçar olan Şam şehri, Danyâl Peygamberi getirtmek istemişlerse de Tarsus'lular buna mâni' olmuştur. Tarsus'lular bu mübârek zâtın sürekli şehirlerinde kalması ve bereketin devâm etmesi için vefâtından sonra O'nu Tarsus çayının içine defnederler ki sâir şehir ve ülkelerden gelen insânlar kabrini bulup kaçırmasınlar. Çünkü birçok defa kaçırma teşebbüsünde bulunan kişiler olmuşsa da, su-i emellerine muvaffak olamamışlardır. Bir şehir düşünün ki içinde hem koca bir bereket Peygamberi olsun, hem de ellerinde ne varsa bereketsiz olsun. Tarsus şimdi memleketin her yeri gibi eskiye nispetle sefâhatte… Ama yine de mübârek bir şehir…Kur'ân-ı Kerîm'in tam ortasında geçen Kehf Suresi'ndeki hâdiselerin burada yaşandığı ve Cenâb-ı Hakk'ın koca bir sureye ad olarak vermesi elbette Tarsus'un mübârekliğine kuvvetli bir delildir. Tıpkı ülkemizdeki aziz şehirlerden olan Urfa gibi, Konya gibi, İstanbul gibi… Lokman Aleyhisselam'ın, Şit Peygamber'in, Efendimiz'in (sav) müezzini Habeşli Bilâl (ra)'in burada soluklanmaları ve Îsa (as)'ın havarilerinden Saint Paul'un doğduğu şehir olması ve özellikle Ashâb-ı Kehf'in burada olması ne kutsî güzelliktir. Dakyanus'un şerrinden kurtulmak için mağaraya sığınıp kurtulan Yedi'ler gibi, Allah bizi de zamanın sığınaklarında, asrın Dakyanus'larının şerrinden muhafaza etsin inşâAllah. * Danyal (as), İbrani'ce Allah benim yargıcımdır manasına gelmektedir.

Zafer ŞIK 01 Ekim
Konu resmiFeleğin çarkları keyfimiz için değişemez!
İnsan

Bu da nerden çıktı? Neden oldu bu hadise şimdi? Keşke böyle bir şey olmasaydı? Falan şahıs hayatımı zindan etmek için mi var? Başıma gelen bu musîbet olmasaydı şimdi kimbilir ne kadar mutlu olacaktım? Ve şu hastalık olmasa hayatta ne kadar başarılar elde ederdim! Hiç beklemediğimiz anda kapımızı çalan musîbetler hiç ummadığımız anda ziyaretimize gelen hastalıklar ve canımızı sıkan bir takım hadiseler işte bu cümleleri bize söylettiren sebeplerdir. Beynimizi kemiren fısıltılar gibi olur bu cümleler. Defalarca zihnimiz ve akabinde dilimiz bozuk plak gibi bıkmadan usanmadan sürekli döner döner tekrar eder bu cümleleri. Oysa kaderin önümüze koyduğu her bir cilve kâinattaki muazzam ahengi tanzim eden ilahî kader programının zincirinden bir halkadır. Kâinatta hiç bir şey yok ki; birbiriyle bağlantılı olmasın. Ayağımıza takılan bir taş, ocağımıza düşen bir ateş -bizler sadece kendimizi alakadar ettiğini zannetsek bile- hakîkatte bütün mevcudat ile alakadardır. Ve hoşumuza gitmeyen ve bizi memnun etmeyen o hadise, keyfimiz kaçmasın diye vuku' bulmayacak olsa, kâinattaki ahenk bozulacak feleğin çarkları yerinden oynayacaktır. Bu ise yeni baştan bir kader programının tanzimi demektir. Peki insanoğlunun haddine mi ki Hatırım için koskoca kâinat programı değişsin! diyebilsin. Lâkin insan âdeta bunu istiyor, bunu diliyor. Hâlbuki Bedîüzzaman Hazretleri'nin dediği gibi: Senin ne kıymetin var ki; sinek kanadına müvazi olmayan hevesini tatmin ve teskin için felek çarklarıyla teskin edilsin!Basit arzularının hatırı için cüz'î hevesini kâinata mühendis ve mimar yapmak istiyor insan. Başına gelene razı olmamakla farkında olmadan Allah'ına  karşı; Sen bunu bana uygun görmüşsün ama ben bu programı beğenmedim. Bana kalsa daha iyi yapardım (!) dercesine şirk içeren bir memnuniyetsizlik ile haddini aşıyor. Haddi aşmakla da cehâletini ilan ediyor. Zira âyette de meâlen buyrulduğu gibi; Muhakkak ki insan; zâlim ve câhildir. (Ahzab, 72) Y RAB! BİZİ BİZE BIRAKMA Tevekkül ve teslimiyet noksanlığı içinde heveslerimizin temini için ısrardaki ısrarımız cehalâtimizin en büyük göstergelerinden biridir. Hem hayır mı şer mi olduklarını ne kadar biliyoruz ki istek ve arzularımızda bu kadar ısrar ediyoruz? Hayatımızda hoşumuza gitmeyen şeyler kaldırılıp yerine bizim istediklerimiz konulduğunda mutlu olacağımıza nasıl emin olabiliyoruz? Ya da bize gayb âleminden bir perde açıldı da isteyip durduğumuz şeylerin bizim için hayır olduğu mu gösterildi ki bu kadar ısrarımızda ısrar etmekteyiz?  İşte yine Hazreti Üstad'ın cümleleri geliyor aklımıza: Nerden biliyorsun ki ni'met bildiğin belki senin için nikmettir. (işkenceli cezadır) Evet belki de cehâlet içinde bize bela ve musîbet olacak şeyi dileyip duruyoruz da elimize geçmedikçe ömrümüzü ağlayıp sızlanmakla ve şikâyetlerle heba ediyoruz. Sizin hayır zannettiklerinizde şer, şer zannettiklerinizde ise hayır vardır (Bakara, 216) meâlindeki âyeti nefislerimize ne kadar da sık hatırlatmak gerekiyor. Aslında hayatımıza kısa bir bakış attığımızda görürüz ki; irademizin karışmadığı birçok şey bizi memnun ederken irademizin müdahil olduğu pek çok şey de bizi mağdur edegelmiştir. Yaşamımızda karar verip yaptıktan sonra eseflerle pişmanlık duyduğumuz şeylerin listesini bir çıkarsak. Bu ‘keşke'ler listesi kadere rızasızlık gösteren ve kendini hür ve serbest isteyen nefislerimize iradelerimizin zavallılığını oldukça iyi anlatacaktır. Hatta hayırlar güzellikler apaçık ortadayken bile iyiyi, güzeli, doğruyu ve bize uygun olanı seçebilmekte ne kadar âciz ve zavallıdır iradelerimiz. Gözünüzün önüne getirin hayat tablonuzdaki ‘keşke'ler listesini! Tablo ortada değil mi? Ve insan ister istemez şu duâyı mırıldanıyor. Biz bize kalsaydık acaba ne olurduk! Yâ Rab ne olur bizi bize bırakma! CENNET-ÂS BİR TEFEKKÜR Allah, hayat denizinin dalgalarında yaşam mücadelesiyle bir çok haller içine soktuğu insanı evirip çevirir ve böylece onu esmâsına ayna yapar. Evet tahammülümüzü zorlayan hadiselerle karşılaşıyoruz, bu kesin. Fakat şahsımıza âit görünse dahi başa gelen tüm hadiseler ulvî ve kevnî kader programına takılmış halkalar olduğu hakîkatini tefekkür eden bir şahıs en perişan haldeyken dahi kaderin büyük payını ayırabiliyor. Ve kendini fevkalade tanzim edilmiş bu mukaddes ahengin kucağına bırakıyor.  Böylece musîbet ve sıkıntıları önüne getiren zâhirî sebepler kıymetini kaybediyor. Ümitsizlikleri izâle oluyor ve ileri derecedeki asabiyet hisleri de bu tefekkür ile denge buluyor. Ve şu üç günlük dünyada asabiyetin gereğinden fazla kullanılması ile hasıl olan kin, düşmanlık, haset, cidal ve intikam vs. hisleri teskin oluyor. İnsanın iç âleminde yaşadığı huzur yada huzursuzluk mutlaka çevresine de sirâyet etmektedir. Kaderden kısmetine düşeni teslimiyet ve rıza ile kabul eden insanlar, güzel insanlardır. Ve o güzel insanlar kendilerindeki bu huzuru âdeta güzel bir koku gibi gittikleri her yere götürürler. Evet bize sıkıntı veren hadiseler günahlara kefâret, ilahî birer ikaz ve gafleti izâle için gelirler. Ve bazı zaman olur ki insan, kuvvetli bir şekilde  imtihan olunur. Tâ ki mihenge vurulsun, altın mı bakır mı olduğu ortaya çıksın.  Fakat asıl olan; kadere rızâ ile ilâhî Rahmet kucağındaki huzuru elde ettirecek ve bütün kederleri izale edecek cennet-âsâ tefekkürü elde edebilmektir. Hâsıl-ı kelâm:  İşte ilahî muhteşem kader programıyla fevkalade devam eden kâinat tablosu önümüzde. Güneş, bir mekik gibi gece ve gündüz ipleriyle ilâhî nakışları dokuyor. Dağlar, zemin sefinesinde hazineli direkler olarak vazife yapıyor. Gece, ışıldayan yıldızlarla toprak, ise ise tebessüm eden çiçeklerle doluyor. Küçük bir pirenin midesi ile güneşlerin sistemi aynı nizam ile işliyor. Karıncayı emîrsiz, bal arısını yâsupsuz bırakmayan şu İlim, İrade ve Kudret harikası kâinat tablosuna bir bakın! Ve sonra şu cümleleri söyleyin! Benim basit arzularımın tatmini için feleğin yüksek gaye ve hikmetlerle işleyen çarkları bozulamaz! Semâ sayfasında seyyaratı, bal arısı ve karınca sayfasında hüceyratı yazan ve bunları birbirinden alakasız bırakmayan kader-i ilâhî ve ve Kudret-i ezeliye benim hayat sayfamı da hikmetle yazacaktır. Kâinat programında dengesiz ve abes bulunan bir şey var mıdır ki benim başıma gelen sıkıntılarda hikmetsizlik ve abesiyet bulunsun! İnsanın iç âleminde yaşadığı huzur ya da huzursuzluk mutlaka çevresine de sirâyet etmektedir. Kaderden kısmetine düşeni teslimiyet ve rıza ile kabul eden insanlar, güzel insanlardır. Ve o güzel insanlar kendilerindeki bu huzuru âdeta güzel bir koku gibi gittikleri her yere götürürler.

Mehlika YAĞMUR 01 Ekim
Konu resmiBir Tesellî

Ve ey şefkatli Resul ve ey re'fetli Nebî! Eğer senin bu azim şefkatini ve büyük re'fetini tanımayıp akılsızlıklarından sana arka çevirip dinlemeseler, merak etme! Semavat ve Arz'ın cünudu taht-ı emrinde olan, arş-ı azîm-i muhîtin tahtında saltanat-ı rububiyeti hükmeden Zât-ı Zülcelâl sana kâfidir. Hakiki muti' taifeleri, senin etrafına toplattırır, seni onlara dinlettirir, senin ahkâmını onlara kabul ettirir! Dâvâ sahibi olan, bilhassa büyük dâvâsı olan insanlar, dâvâsının büyüklüğü nispetinde büyük belâlara, musîbetlere, sıkıntılara maruz kalmışlardır. Yeryüzünde en büyük dâvâ peygamberlere âit olduğu için en çok sıkıntıyı da onlar çekmişlerdir. Hatem'ül Enbiya olan Efendimiz (asm) da dâvâsı uğrunda pek çok sıkıntı çekmişti. Bazen kötü sözlere maruz kalmış, bazen kendisiyle alay edilmiş, bazen işkenceye uğramıştı. Hatta Taif'te taşlanmış, o öpülesi mübarek ayakları kanamıştı. Uhud Savaşı'nda ay gibi olan mübarek yüzü kanamış ve güldüğü zaman inci gibi görünen dişi kırılmıştı. Cenâb-ı Hakk bu kadar sıkıntı çeken Efendimiz'e (asm) sıkıntısını hafifletecek, O'na (asm) tesellî verecek dâvâ arkadaşlarını da bahşetmişti. Getirdiği her şeyi tereddütsüz tasdik eden Hz. Ebu Bekir (ra) bunun en güzel misallerinden biridir. İslâm dâvâsında Peygamberimiz (asm) için sâdık bir müşâvir ve dert ortağı, sükunet kaynağı olan Hz. Hatice (ra) validemiz, ölene kadar Peygamberimiz (asm)'ın kolu, kanadı, sığınağı, müşriklere karşı savunucusu ve yardımcısı olan Ebu Tâlib ve diğer Ashâb-ı Güzîn. Meselâ ashaptan biri olan Sa'd b. Muaz (ra)'ın Bedir harbi öncesindeki şu sözleri Efendimizi (asm) çok neşelendirmiştir: Yâ Resulallah! Sen, istediğini yap! Seni hak peygamber gönderen Allah'a yemin ederim ki, sen bize şu denizi gösterip dalsan, seninle birlikte biz de dalarız, içimizden hiç kimse geri kalmaz! Kendisini tesellî eden iki insan olan Hz. Hatice (ra) ve Ebu Talib'i kaybettiği seneye hüzün yılı ismini takacak ve şöyle buyuracaktı aleyhissalâtüvesselâm: Şu ümmet üzerinde şu günlerde toplanan iki musîbetten hangisine en çok yanacağımı bilemiyorum. (1) İşte bu hüzün yılından sonra Miraç mucizesinin vuku bulmasında çok hikmetlerle beraber Efendimizi (asm) tesellî etmek de olabilir. Zira en çok tesellî bulduğu iki insanı aynı sene içinde kaybetmek Efendimizi (asm) çok üzmüştü. En güzel tesellî olan rü'yetullah ve Cenâb-ı Hakk ile mükâlemeye bu senenin hemen sonrasında mazhar olması O Zât (asm) için önemli bir tesellî kaynağı olmuştur. Cenâb-ı Hakk, Efendimizi (asm) miraç gibi hususi iltifatlarla tesellî ettiği gibi indirdiği bazı âyetlerle de tesellî etmiştir. Tevbe Suresi'nin son iki âyetinde buna güzel bir misal vardır. Âyetler şöyle: Şanım hakkı için, size kendinizden öyle (izzetli) bir peygamber geldi ki, sıkıntıya düşmeniz ona ağır gelir; size düşkündür, mü'minlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir. (Ey şefkatli Resul) Eğer (seni dinlemeyip senden) yüz çevirirlerse, artık de ki: Allah bana kâfidir! O'ndan başka ilah yoktur! (Ben) O'na tevekkül ettim ve O, büyük arşın Rabbidir! Buradaki son âyetin mânâ-yı sarihi, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'a der: Eğer ehl-i dalâlet arka çevirip senin şeriat ve sünnetinden i'raz edip Kur'ân'ı dinlemeseler, merak etme! Ve de ki: Cenâb-ı Hakk bana kâfidir. Ona tevekkül ediyorum. Sizin yerlerinize ittiba edecekleri yetiştirir. (2) Yine bu âyetler der ki: Ey insanlar! Ey müslümanlar! Böyle hadsiz bir şefkatiyle sizi irşad eden ve sizin menfaatiniz için bütün kuvvetini sarf eden ve manevi yaralarınız için kemal-i şefkatle getirdiği ahkâm ve sünnet-i seniyesiyle tedavi edip merhem vuran şefkatperver bir zâtın bedihî şefkatini inkâr etmek ve göz ile görünen re'fetini ittiham etmek derecesinde onun sünnetinden ve tebliğ ettiği ahkâmdan yüzlerinizi çevirmek, ne kadar vicdansızlık, ne kadar akılsızlık olduğunu biliniz! Ve ey şefkatli Resul ve ey re'fetli Nebî! Eğer senin bu azim şefkatini ve büyük re'fetini tanımayıp akılsızlıklarından sana arka çevirip dinlemeseler, merak etme! Semavat ve Arz'ın cünudu taht-ı emrinde olan, arş-ı azîm-i muhîtin tahtında saltanat-ı rububiyeti hükmeden Zât-ı Zülcelâl sana kâfidir. Hakiki muti' taifeleri, senin etrafına toplattırır, seni onlara dinlettirir, senin ahkâmını onlara kabul ettirir! (3) Bu âyetin gayesi, kâfirlerin, yüz çevirmeleri ve bu teklifi kabul etmemeleri halinde, Hz. Peygamberin kalbine bir hüznün ve kederin gelmeyeceğini; zira Allah'ın, düşmanlarına karşı O'na yardım etmede ve O'nu, çeşitli lütuf ve nimetlerinin derecelerine ulaştırmada, o peygambere yeteceğini beyan edip açıklamaktır. (4) Kaynaklar: M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 2/124–125.Said Nursi, Lem'alar, Osmanlıca Nüsha, sh.53Said Nursi, Lem'alar, Osmanlıca Nüsha, sh.56-57Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu'l-Gayb, Akçağ Yayınları: 12/245

Abdullah MESUD 01 Ekim
Konu resmiBir bilsem neler yapardım...
Kültür ve Medeniyet

Dil öğrenmek samimi gayret ve şevk ister. Gayet zevkli ve bir o kadar da eğlencelidir. Dil öğrenmek yeni bir kültürü tanımak, yeni insanlarla tanışmak, yeni dünyalara kapı açmak demektir. Bunun için o kültürün mantığını kavramak, onların bakış açısıyla bakmak, onlar gibi görmek, onlar gibi düşünmek gerekir. Hâliyle bir kültürün altyapısını, tarihini, hayata bakışını, bilinçaltı yargılarını bilmekte fayda vardır. Bunların bilinmesi o dilin öğrenilmesinde büyük kolaylık sağlar. Hatta bu hususta Resulullah (asm) şöyle ferman etmiştir: Bir kavmin lisanını öğrenen o kavmin şerrinden emin olur. Demek bu lisanları onlardan olmak için değil; o lisanı bilenlere faydalı olmak için öğreneceğiz. Ah bir dil bilseydim neler söyleyecektim o yabancıya…- Aslında liseden birkaç şey hatırlıyorum ama…- Ah be, keşke dil bilseydim, şimdi kim bilir nerede olurdum…- Dil öğrenmeye başlamam lâzım… Birçoğumuzun bir ara heyecana geldiği, şöyle akıcı bir yabancı dile sahip olsam ne güzel olur dediği ve üzerinden çok geçmeden bu arzusunu unutup gittiği olmuştur. Bir turisti veya yabancı dili güzel konuşan birini gördüğümüzde, zorda kalıp da derdimizi bir türlü anlatamadığımızda veyahut da elmas gibi bir hakîkati bilip de karşımızdakine tek kelime edemediğimizde içimizden bir sesin keşke dediği mutlaka olmuştur. Ne yazık ki, bu keşke sadece bir temenniden ibaret kalıp hep unutulmuştur.Resulullah (asm) bir gün Zeyd Bin Sâbit (ra)'a şöyle der:«Ey Zeyd! Benim için Yahudilerin yazısını öğren, çünkü ben söylediğim şeylerde onlardan emin olamıyorum.» (1) Bunun üzerine Hz. Zeyd İbranice'yi kısa zamanda öğrenir. Böylece Peygamberimiz'in tercümanı olur. İbranice'den başka Rumca, Habeşçe, Süryanice ve Mısırlıların dillerini de biliyordu, diye rivayet edilmiştir. Yabancı dil öğrenmek sünnettir ve artık yabancı lisanlardan en az birini öğrenmek elzem hâle gelmiştir. Bu kadar sözün ardından ne dersiniz bu sefer de keşke deyip unutacak mıyız bu arzumuzu, yoksa zamanı geldi deyip paçaları sıvayacak mıyız? O kadar çok sebep ve seçenek; o kadar çok lisan var ki, vakit kaybetmeye zaman yok. Arapça, Farsça, Urduca, Malayca, Çince, Japonca, Rusça, İtalyanca, İngilizce, Fransızca, Almanca ve bunlar gibi daha pek çok muhtelif lisan var. Meselâ bakın, bize yabancı dil olan ama aslında bütün dünya için hiç de yabancılığı kalmamış olan İngilizce'yi öğrenmek için birkaç sebep; • 350 milyon kişi birinci lisan olmak üzere toplamda 2 milyara yakın insan İngilizce konuşuyor.• Sosyal bilimler ve fen bilimleri alanlarında yapılan araştırmalar, yazılan makaleler İngilizce yayımlanıyor.• İnternetin %84'ü İngilizce sitelerden oluşuyor.• İş bulmak ve eğitimde ilerlemek için ilk şart İngilizce. Kültürlerarası münasebetlerde bir yabancı dil olmadan irtibat kurmak ve devam ettirmek imkânsız. • Sinema ve televizyon filmlerinin çoğu İngilizce çekiliyor ya da İngilizce alt yazı veriliyor, uluslararası kitaplar İngilizce yazılıyor.• Dünyanın herhangi bir yerinde gördüğünüz, herhangi bir insanla konuşabilmek için genellikle ilk gerekli olan yabancı lisan İngilizce.• Kültürümüzü ve dinimizi yabancı platformlarda anlatabilmek ve yapılan hakaret ve saldırılara karşı kendimizi müdafaa, yabancı dillere hakim olduğumuz nispette olabiliyor ve şu anda bu en güzel İngilizce ile sağlanıyor.• Başkalarının iletişiminin kesildiği noktada iletişime devam etmek ayrıcalığı ancak yabancı dil ile muhtemel ve bu iletişim dünyada en çok İngilizce ile sağlanmakta. İşte size yabancı dillerden sadece İngilizce'yi öğrenmek için birkaç sebep. Her dilin kendine has özellikleri ve avantajları var. Farklı dilleri de hesaba katarsak sebeplerin sayısını arttırabiliriz. DİL ÖĞRENİMİNDE DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN HUSUSLAR Dil öğrenmek samimi gayret ve şevk ister. Gayet zevkli ve bir o kadar da eğlencelidir. Dil öğrenmek yeni bir kültürü tanımak, yeni insanlarla tanışmak, yeni dünyalara kapı açmak demektir. Bunun için o kültürün mantığını kavramak, onların bakış açısıyla bakmak, onlar gibi görmek, onlar gibi düşünmek gerekir. Hâliyle bir kültürün altyapısını, tarihini, hayata bakışını, bilinçaltı yargılarını bilmekte fayda vardır. Bunların bilinmesi o dilin öğrenilmesinde büyük kolaylık sağlar. Hatta bu hususta Resulullah (asm) şöyle ferman etmiştir: Bir kavmin lisanını öğrenen o kavmin şerrinden emin olur. Demek bu lisanları onlardan olmak için değil; o lisanı bilenlere faydalı olmak için öğreneceğiz. Bununla beraber o kültürün değer yargılarını öğrenirken o yargıları olduğu gibi almamak gerekir. İnsanlar hissettikleri gibi düşünürler. Hissedilenler manevî altyapıyı oluşturur. Manevî alt yapı ise temelde dindir. O yüzden bir yabancı dili öğrenirken onlar gibi bakmak, düşünmek sadece farazî olmalıdır. Hakîkatte kimse bir İngiliz gibi düşünemez. Yoksa bir süre sonra zamane gençliğinin düştüğü Amerikancılık hastalığına tutulmak muhtemeldir. Onlara hayranlık, körü körüne taklitçilik tamamen yanlıştır. Öğrenilen dilin tarih ve kültürünü öğrenmek özenti maksatlı olmamalı, sadece tanımak gayesiyle olmalıdır. Hem İngilizce öğrenince illa ki pub denilen meyhanede içmek, rugby denen oyunu oynayıp sayıp sövmek zorunda değilsiniz. Onların bunları yaptığını bilmemiz sadece kültürlerini öğrenmek bakımından önemlidir. Dillerini nasıl kullandıklarını ve nasıl bir kültüre sahip olduklarını görmemiz bakımından faydalı olacaktır. Onların dilini öğrenen onlar gibi olmak zorunda değildir. Onların kültürünü öğrenmemiz sadece onların dilini öğrenmeyi kolaylaştıracağı gibi, onlara olan yaklaşımımızı da rahatlatır. Bu hassasiyetlere dikkat edince dil öğrenimi daha sağlıklı yapılabilir. Hassasiyetlere dikkat edilmelidir. Aksi halde dil öğrenimi kazanç olmak yerine kayıp haline, Allah muhafaza etsin zarar haline gelebilir. DİL ÖĞRENİMİNDE ŞEVK FAKTÖRÜ Dil ediniminde en önemli faktör şevktir. Bireyin dile karşı muhabbeti ve öğrenme isteği olması gerekmektedir. Bunu sağlamanın yollarından bazılarını şöyle sıralayabiliriz:- Dil öğrenimine başladığınızda mutlaka hedefleriniz olsun!- Hedeflerinizi sürekli canlı tutun ve kendinize hatırlatın!- Dili mükemmel bir şekilde öğrendikten sonra neler yapabileceğinizi hayal edin!- Dili çok güzel konuşan ve dili sayesinde güzel işler yapanların yerinde kendinizi düşünün ve motive edin!- Hedeflediğiniz dilin neticesinde elde edeceğiniz maddî ve manevî kazançları düşünün! Daha şevkli çalışmaya başladığınızı göreceksiniz.- Çalışmaya başlamadan önce hedefinizi hatırlayın! Görebileceğiniz bir yerde masanız üstünde, defter kenarında, telefon ekranında, bilgisayar masaüstü resmi size hedefinizi hatırlatsın.- Yabancı dil, zaruretine inanıldığı nispette çabuk öğrenilir. Kendinizi, öğrenmeniz gerektiğine ikna edin! - Fiili duâ olan çalışmayı bütünleyici olan ve etkisini kimsenin reddedemeyeceği kaalî duâ ile destekleyin! Allah' tan samimâne isteyin! - Rabbimiz isteyene ilmi, istediğime rızkı veririm, buyurmuş. İstemekten, talep etmekten çekinmeyin! Israrla duâ edin! BİR LİSAN BİR İNSAN Lisan öğrenmek için her gün iki saatini ayıran bir insan yılda 365x2=730 saat dil ile iştigal etmiş olur. Haydi arada tatil yaptı, misafir geldi, hasta oldu, elektrikler kesildi diyelim. Geri kalan 700 koca saat var. Demek ki 700 saat boyunca dile maruz kalmış oluyor. Bir dil kursunda bir kurun ortalama 100 ders olduğunu düşünürsek, kendimiz bir senede yedi kur kadar çalışmış oluyoruz ki bu çok ciddi bir rakam. Çalışmamızın bir dil kursuna yakın bir tesiri olması için düzenli olması, kaliteli kaynaklar kullanılması ve tekrar ile ders sonlarında şahsi başarının test edilmesi gerekmektedir. Bu düzenli çalışma kabiliyete ve çalışma tarzının verimine göre çok hoş neticeler verecektir. Yeter ki biz çalışalım ve başarıyı istemeyi bilelim. Ecdadımızdan ders alalım. Fâtih Sultan Mehmet Han yedi lisan biliyordu. Biz ise henüz birini öğrenmeye çalışıyoruz. Daha yolun başındayız ve yapacağımız çok iş var.Çalışmalı, çalışmalıyız… Bakınız Mehmed Âkif ne güzel söylüyor: Cemâat intibâh ister, uyanmaz gizli yaşlarla?Çalışmak!.. Başka yol yok hem nasıl? Canlarla, başlarla.Alınlar terlesin, derhal iner mev'ud olan rahmet,Nasıl hâsir kalır «tevfiki hakkettim» diyen millet? (4)Dünyada iki milyara yakın insana ulaşmak…Anlatmayı arzuladığımız değerleri insanlara anlatmak…Güzellikleri paylaşmak… Ne dersiniz, sizce yeterince parlak bir fikir değil mi?Ah be, keşke dil bilseydim, şimdi neler yapardım deyip yakınmadan önce çalışmalıyız. Üzerimizdeki atâleti atmalı, çalışmaktan zevk almalıyız. Beden hazzeyler amma ruh zevk almaz atâletten:Çalışmak sonra dinlenmektir ancak kârı dünyânın.Eğer eğlence iş olmaz da iş eğlence olmuşsa,Güzâr etmiş demektir zevk içinde ömr-ü insânın. (5)- Dil öğrenmeye başlamam lâzım deme zamanı sanırım geldi.Başlamak için gecikmeyelim. Bisiklet sürmeyi öğrenmek için aşamaları, niçini, nasılı, ne zaman öğrenileceğini pek düşünmeyiz. Seleye oturur, Bismillah der ve başlarız. Gerisi gelir.Tek gereken başlamak.Haydi Bismillah… Kaynaklar: Kandehlevi, Muhammed Yusuf, Hayâtu's Sahâbe.Second Language Acquisition and Second Language Learning, Stephen D Krashen, 2002 DecemberCommunicative focus on form. Doughty, C., & Varela, E. (1998).Ersoy, Mehmet Âkif , 1911, Safahat, Umar Mıydın?a.g.e

Hamza BERAAT 01 Ekim
Konu resmiAsıl Bahar
İnsan

Hasan Dede, komşusuyla konuşurken erik ağacı konuşulanları duyamıyordu çocuk seslerinden. Dallarında ağırladığı Hasan Dede'nin torunları erik ağacının en büyük keyiflerindendi. Uzun zamandır kimselerin dönüp de bakmadığı kayısı ise günlerini pişmanlık içinde geçiriyor, her sabah «Ey insanlar! Siz benim gibi aldanmayın! Tüm sermayenizi burada tüketmeyin. Asıl baharı bekleyin!» diye ağlıyordu. O sabah üzerinde güneşin sıcaklığıyla uyandı. Aman Allahım! İşte uzun, soğuk ayların ardından gelen beklediği gün olmalıydı bu gün. Güneşin böylesi sıcak dokunuşları ancak bahar denilen hayat mevsiminin emaresi olabilirdi. Evet! Evet! Bu ne güzel bir gündü. Kuş cıvıltıları, renkler, kokular... Her yer bambaşkaydı. Güneşin ziyasından toprağa hayat damlıyor, uyanış her yeri kaplıyordu. Hasan Dede'nin bahçesindeki kayısı ağacı, içindeki kıpırtılara dayanamıyor; görünen bu bahar güzelliğine katılmak için sabırsızlanıyordu. Tam bu harika heberi vermek üzere yanındaki erik ağacını uyandıracaktı ki, komşu bahçedeki badem ağacının tozpembe çiçekli elbiselerini giymiş olduğunu farketti. Kendinden daha kısa bir ağaç olmasına rağmen ne kadar da büyüleyici görünüyordu. Kimbilir kendisi pembeli beyazlı elbiseleriyle nasıl da müthiş olurdu. Evet, artık bir an önce hazırlıklara başlamalı, ne meziyeti, hangi güzelliği varsa ortaya dökmeliydi. O sırada erik ağacının da uyanmış olduğunu gördü. Arkadaşı tebessümle kendisine bakıyordu: -Erken uyanmışsın arkadaşım. Hava da ne güzel değil mi?Kayısı ağacı konuştu heyecanlı heyecanlı: -Evet! Güneşin sıcaklığını bütün damarlarımda hissediyorum. Nihayet bahar geldi. Bu hepimizin beklediği gün. Artık çiçeklerimizi açabiliriz. Kayısıyı çok iyi anlamıştı erik ağacı. Yeryüzündeki bu değişikliğin heyecan vermediği bir canlı olabilir miydi? Fakat bir süre düşünmekten kendini alamadı ve sordu:- Bugün Mart'ın kaçı biliyor musun? - Bunun ne önemi var dedi kayısı ağacı. Hava öylesine sıcak ki neredeyse yaz geldi diyeceğim.Erik ağacı bir yandan düşünüyordu. Hatırladığı kadarıyla iki gün evvel Hasan Dede'nin elinde gördüğü takvim kâğıdı yedi Mart'ı gösteriyordu. «Bugün dokuz mart olmalı» diye mırıldandı. Aceleci arkadaşına dönüp: «Beklemeliyiz.» dedi ve devam etti: -Henüz vakit erken. Bu sıcakların ardından tekrar kış olacak. Acele edip çiçeklerimizi hemen açmamalıyız. Sonra soğuk gelip hepsini öldürür ve meyve veremeyiz.Kayısı ağacının canı sıkılmıştı bu sözlere: -Sen hangi kıştan söz ediyorsun?Böyle evhamlı olursan hayatın tadını nasıl çıkaracaksın?İşte gerçek bir bahar!-Hayır arkadaşım. Bu yalancı bahar. Daha dün dallarımızın altında Hasan Dede misafirleriyle bunu konuşuyordu.-Bırak bütün bunları! Boyun benimki kadar olsaydı etraftaki çiçek açan ağaçları görür ve bana hak verirdin. Erik ağacı kayısıyı ikna etmek için çok dil döktü. Fakat kayısı en son olarak artık kendisini dinlemek istemediğini söylemişti. Birkaç gün sonra ise Hasan Dede'nin bahçesi, pembeli beyazlı ağacın güzelliğiyle mahallenin en dikkat çekici mekânı olmuştu. Gelip geçen herkes bu ağaca bakıyor, onu tebessümlerle selamlıyordu. Bir Hasan Dede onu çiçekleriyle gördüğünde üzgün bir ifadeyle bakmıştı kendisine. «Amaan!» dedi. «Onu takan da kim?» Ama bir de şu erik ağacı vardı. «Ya haklıysa?» diye geçirdi içinden. «Of! Neler düşünüyorum?» dedi. Hem görebildiği ağaçların hepsi renk renk olmuştu. Hayır! Yanılmış olamazdı. Böyle şeylerle kafasını yormamalı, baharın tadını çıkarmalıydı. Aradan iki ay geçti. Bir yandan Hasan Dedenin güzel eriklerini yerken bir yandan bahçesindeki bademin bu yıl da meyve vermediğinden yakınıyordu Mehmet Bey. Mart fena vurmuştu çiçekleri. Keşke az daha bekleyiverselerdi. O yalancı sıcağa aldanmasalardı. Hasan Dede komşusu Mehmet Bey'i tasdik ettikten sonra, dalgın gözlerle baktı bahçesindeki ağaçlara: -İnsan da aldanıyor komşum bir yalancı bahara. Ölüm kışı bastırdığında ise, iş işten geçmiş oluyor. Dünyanın üç günlük tatlılığından kendini alamayıp, âhiretin bâkî saadetinden olan insan için ikinci bir şans da yok ne yazık. Hasan Dede, komşusuyla konuşurken erik ağacı konuşulanları duyamıyordu çocuk seslerinden. Dallarında ağırladığı Hasan Dede'nin torunları erik ağacının en büyük keyiflerindendi. Uzun zamandır kimselerin dönüp de bakmadığı kayısı ise günlerini pişmanlık içinde geçiriyor, her sabah «Ey insanlar! Siz benim gibi aldanmayın! Tüm sermayenizi burada tüketmeyin. Asıl baharı bekleyin!» diye ağlıyordu.

Canan ARIKUŞU 01 Ekim
Konu resmiMaddî ve Manevî Şişmanlığın Gerçek Reçetesi
Sağlık

Oruç ve Sünnet İsrafın sınırını anlamak için Resulullah'a (SAV) kulak verelim, buyurdular ki: Ademoğlu, mideden daha şerli bir kap doldurmaz. Ademoğluna belini doğrultacak birkaç lokmacık yeterlidir. Ancak (nefsinin galebesiyle) illa da (mide doldurma işini) yapacaksa bari onu üçe ayırsın; üçte birini yemeğe, üçte birini suya, üçte birini de nefesine (tahsis etsin, üçte birden fazlasına yemek koymasın). Şişmanlık, fazla yemenin bir neticesi olduğu için bu çalışmamızda şişmanlıktan ziyade fazla yeme üzerinde durmamız bu yazıdan beklediğimiz gayeye ulaşmada daha uygun olacaktır. Bu durumu tıbbî bir problem kabul ettiğimizde tedavisinin oldukça güç olduğu tüm dünyada maalesef itiraf edilmektedir. Çünkü hangi tedavi yaklaşımı uygulanırsa uygulansın çok yeme davranışı, tekrar etmekte kişi kaybettiği kiloyu yeniden almaktadır. Kanaatimizce iki temel noktayı öne çıkarmak gerekmektedir. Birincisi akıl, hislere galip gelmelidir. İnsan hasmını, düşmanını veya hastalığını iyi tanırsa ona karşı uygun yaklaşımlar gösterebilir. Çeşitli hikmetlere, gayelere binâen verilmiş olan iştah, nefsin bir özelliğidir. En büyük cihad nefse karşı yapılan cihad ise o halde nefsin bu noktadaki zaaflarını bilmekle ona karşı galip gelebiliriz. Kişi, çok yemenin zararlarını bilip iştahına rağmen tedbirlerini almalıdır. Burada da dikkat etmemiz gereken, insanın gerçek mahiyetinin anlaşılması gerekliliğidir. Evet, maddî zararları bilmek ikaz açısından önemlidir. (Bu nedenle) ilmi tespitlerle bu zararları ortaya koymak ve bunları öğrenmek mühimdir. Bu itibarla müsbet ilimlerde bizden ileride görünen batının bazı ilmi tespitlerine işaret edeceğiz ve ibretle göreceğiz ki; bu kadar hummalı ilmi çalışmanın vardığı nokta Kur'an ve sünnetin hakîkatleridir. Ancak batının tek gözlü ilminden yani sadece maddî tedavi ve tedbirlerden başarıya ulaşılamadığı herkes tarafından itiraf edilmektedir. Şişmanlık veya aşırı yemede de bu durum geçerlidir. Hangi yöntemle zayıflanırsa zayıflanılsın bir süre sonra tekrar kilo alınmaktadır. İnsan aklıyla kendi hakîkatini anlamalı, sadece maddeden olmayıp manevî ve esas olan kısmını, yani kul olduğunu idrak edip ona göre davranmalıdır. Bazı şeylerin âhiretine de zarar verebileceğini anladığında hislerine karşı durabilme ihtimali artacaktır. Ama bu vardığı nokta da yeterli olmayabiliyor. Bildiği halde hissin galip gelmesi ile cam parçası değerindeki şeyleri elmas kıymetindeki şeylere tercih edebiliyor. Bu noktada devreye ikinci temel yaklaşımın yani disiplinlerin girmesi gerekiyor. Yani kişinin ihtiyar kullanarak kendisini belli bir programa sokması gerekiyor. Nefis bu durumdaki terbiyesini sağlayacak keskin reçetelere ihtiyaç duyuyor. ŞİŞMANLIĞIN SEBEPLERİ 1. Şişmanlık uzun bir dönem içerisinde ihtiyaç olan enerjiden daha fazlasını almakla ortaya çıkar. Kalıtsal faktörler önemlidir, ancak çevresel ve kişiye ait meyil ve alışkanlıklar daha önemli görünmektedir. Diet içeriği ile ilişkili olarak şişmanlık riskini artıran dietteki yüksek yağ ve düşük lif (fiber) içeriğidir. Yağ tipinin şişmanlığa etkisi hususu netlik kazanmamasına rağmen doymuş yağlarla (hayvani yağlar, katı yağlar gibi) risk daha fazla görünmektedir. Şeker içeriğinin miktar olarak etkisi tartışilmaz ancak şeker çeşidi tartışmalıdır, işlenmemiş şekerler, meyve şekeri daha faydalı görünmektedir. Yüksek lif içeriği kilo ile ters orantılıdır. Lifli yiyeceklerin enerji oranının düşük olması, tokluk hissini uyandırması, mide boşalmasını geciktirmesi gibi etkilerle bu avantajı sağlamaktadır. Fındık, ceviz gibi yemişlerin dengeli tüketildiği takdirde kilo dengesi açısından faydalı etkileri mevcuttur. Şekerli içeceklerin düşük viskozitesi yeterli doygunluk hissi sağlayamamaktadır. Besinlerin özelliğinden ziyade son zamanlarda beslenme paterni ve yeme davranışı üzerindeki ilgi artmaktadır. Bu mânâda Akdeniz tipi yeme (yüksek lif düşük yağlı) sebze, meyve, fındık, ceviz, zeytin yağından zengin, et ve yağ/yağ ürünlerinden fakirdir. Porsiyonun büyüklüğü şişmanlığı etkilerken, yeme sıklığının etkisi çok net değildir (1). 2. Yeme davranışları üzerinde yapılan çalışmalarda şişmanlık üzerinde bir öğünde tek çeşitten ziyade çeşitli yiyeceklerin olması, daha lezzetli olması, yoğun enerjili (yağdan zengin) olması etkili bulunmuştur. Normal bir yeme faaliyeti sırasında midenin gerilmesi ve kan şekerinde oluşan değişikliklerle yemeğin sonuna doğru lezzet hissinde de azalma olur. Bir yemekte belli bir gıdaya karşı yeme faaliyeti sırasında iştahın azalması gıdaya özel duyumsal tokluk olarak adlandırılmaktadır. Yemek çeşidi fazlaysa normalde azalması gereken lezzet hissi yeterli baskılanamamakta ve yeme faaliyeti tokluk oluşmasına rağmen devam etmektedir. Yiyeceklerin içeriğinin yanısıra yemeğin görüntüsü ve kokusunun da iştahı ve daha fazla gıda tüketimini uyardığı gösterilmiştir. Hayvan çalışmalarında stresin hem aşırı yemeye hem de az yemeye neden olduğu gösterilmiştir. İnsanlardaki gözlem ise daha çok şu şekildedir; daha hafif stresler yiyecek alımını artırırken daha şiddetli stresler azaltmaktadır. Ayrıca stres altındayken tatlı ve yağlı yiyecekleri yeme meyli gösterilmektedir (1). 3. Toplumlar zenginleştikçe gıdaların hazırlanması, depolanması, dağıtımı hem kalite hem miktar olarak daha üst düzeylere ulaşmaktadır. Gıdalara ulaşmanın kolaylaşması (basitçe ekmeğini yapacak buğdayı kendi yatiştireceğine hazır bulması), üretilen gıdaların cazip reklamlarla tüketicinin kullanımına sunulması, rekabet nedeniyle yüksek kaliteli gıdaların ve içeceklerin nisbeten daha ucuz fiyatlarla sunulması, lezzetli ve porsiyonu büyük yiyeceklerin artan sayıda lokantalar tarafından takdimi gibi sebepler yeme davranışı üzerinde etki oluşturmaktadır (2). Bu çevresel uyarıların (afaki) ötesinde iç dürtüler (enfüsi) unsurlar da fazla yeme davranışında etkilidir. Basitçe iştah diye ifade ettiğimiz dürtü kişiden kişiye değişiklik göstermektedir. Dizginlenmiş yeme davranışı ve enerji alımının kontrolü üzerinde de araştırmalar yapılmakta ve ilginç sonuçlarla karşılaşılmaktadır.Yemeyi dizginlemeye çalışanlarda zaman içinde iç açlık uyarılarına hassasiyetin azaldığı gözlenmiştir. Sanki bu yemeyi frenleme tavrı daha sonra aşırı bir yeme şekline patlak vereceği düşünülürken abur-cubur yemede azalmanın sağlandığı gösterilmiştir. Dizginlemenin daha iyi yeme alışkanlığı ile birliktelik gösterdiği ve eğer devam edilebilirse iyi kilo kontrolü sağladığı bildirilmiştir. Aslında bunların akla uygun beklenen neticeler olmasına rağmen çalışmalarla da belgelenmesi insanları motive edici olabilir. Gıda içeriğinin iştahla olan ilişkisi araştırmacıları laboratuar çalışmalarıyla daha iyi kilo kontrolü sağlayabilecek gıda kompozisyonlarını aramaya itmiştir. Çevresel düzenleme yapmaksızın kişileri zayıflatma için yiyecek tüketimi konusunda başlarının etini yiyecek tarzda ısrarcı olmanın etkisi çok sınırlıdır. Sigaranın zararlarının çok yönlü olarak gösterilmesi çok yönlü toplumsal ve eğitim programlarının geliştirilmesine sebep olmuştur. Şişmanlığın zararlarının da artarak ortaya konması ve yeme alışkanlığında cevresel uyarıcaların etkilerinin gösterilmesi benzer sosyal programlanmaların gerekliliğini düşündürmektedir (3). 4. Sabit yemek zamanlarının da şişmanlığa katkıda bulunduğu belirtilmektedir. Yemek aralıklarının ayarlanmasıyla gıda alımının normal kontrolü insanlarda pek sağlanamamaktadır. Tokluk sinyalleri çalışmaya devam etse bile gıdalara kolay ve yüksek oranda ulaşılabilmesi acıkmadan yemeye sevk etmektedir. Yeme hızı obeslerde tipik olarak artmıştır. Bu durum tokluk sinyalleri barsak üzerinde yeterli etkileri oluşturmadan yeme faaliyeti devam ettiğinden lüzumundan fazla yemeye sebep olmaktadır. 5. Keyfi yeme (binge-eating) diye tarif edilen yeme biçimi lezzet almaya yönelik şekerden zengin (özellikle gıda sektöründe çok kullanılan sükroz adlı şeker) yiyecek (çikolata, şekerlemeler, vb) ve içeceklerin (meşrubatlar) aşırı tüketilmesini tarif eden bir davranıştır. Bunun bir çeşit bağımlılık yaptığı hayvan deneylerinde de gösterilmiştir (4). 6. Egzersiz yokluğu ve yüksek oda sıcaklığı enerji sarfiyatını azaltıp şişmanlığa katkıda bulunur. GÜNAŞIRI AÇLIK UYGULAMASI Batıda yapılan yemekle ilgili ilmi çalışmalar hep insanın maddî tarafına bakar. Acıkmak yemek yemenin doğal bir dürtüsüdür. Bu, inanmayanların da, gayrimüslimlerin de, müslümanların da ortak tespitidir. Ancak acıkmayı bastırmak için yemek; basit, hayvani bir tepki iken bunu ulvileştiren açlıkla yiyeceklerin arkasındaki nimet vereni hissedip şükretme, aç olanların halini hatırlayıp insana yakışır şefkat hissini uyandırma gibi hallerdir. O halde açlık hissetmeyeyim diye sık, düzenli yemek yeme insana yakışır bir davranış olmasa gerek. Her isyanın bir cezası olduğu gibi fıtrata ters olan davranışlar da maddî-manevî olumsuzluklara, diğer bir tabirle kısa ya da uzun vadeli menfi sonuçlara zemin hazırlar. Açlık dönemlerinin de olması gerektiği, bu durumun beden sağlığına faydalı etkilerinin olduğu, tersinin ise bazı zararları getirdiği ilmi çalışmalarla da desteklenmiştir. Kalori sınırlaması ve günaşırı açlık (alternate-day fasting) iki ayrı diyet sınırlama çeşitidir. Günaşırı açlık uygulamasının şeker hastalığı, kalp-damar hastalıkları, kanser gibi kronik hastalık riskini azalttığı hayvan çalışmalarında net olarak gösterilmiştir (5,6). MANEVÎ REÇETELERE DİKKAT! Buraya kadar, yapılmış bazı çalışmalardan bahsettik. Ancak insanı sadece maddeden müteşekkil düşünmeyip manevîyatla olan bağını gözönünde bulundurmamız gerekiyor. Hayvandan farklı olarak doymaz bir iştahı olan insanı frenleyecek olan ancak manevî yönüne seslenen ilahi fermanlar ve hakîkatler olabilir. Müslümanlar da yukarıda sayılan bazı sebepler nedeniyle maalesef kendilerini yiyeceğe karşı frenleyemez duruma gelmişlerdir. Yazının bundan sonraki kısmında yukarıda akla hitap eden kısımları destekleyecek bazı manevî hakîkatleri hatırlatmaya çalışacağız. Hak Tealâ az yemek yiyen kullarıyla meleklerine övünür ve: Ey meleklerim! Şu kuluma bakın, ben onu yemek isteği ile mübtela kıldığım halde, o benim için isteğini bırakıyor. Şâhid olun ki benim için bıraktığı her lokmaya karşılık bir büyük derece ihsan edeceğim der. Resulullah (s.a.v.) buyurdu: Çok yemek ve içmekle kalbinizi öldürmeyiniz. Çünkü kalp ekin gibidir. Ekine fazla su vermekle bozulur. Yine buyurdu ki: Az yemek ve içmekle nefsinizle cihat ediniz. Zira az yemenin ve içmenin sevabı kafirlerle cihad etmenin sevabı gibidir. Allah katında az yemenin ve içmenin sevabından daha makbul sevab yoktur. Anlaşılıyor ki yemekteki asıl gaye tam tokluk değildir. O meyveler, nümunelerdir. Tatmağa izin var, tâ asıllarına talib olup müşteri olsun. Yoksa, hayvan gibi yutmağa izin yoktur. Ve şu bahtiyar ise tadar, işi anlar. Yemesini te'hir eder ve intizar ile telezzüz eder (7). Leziz taamları, güzel meyveleri, Cenâb-ı Hakk'ın ihsanı ve o Rahman-ı Rahîm'in in'amı cihetinde sevmek, Rahman ve Mün'im isimlerini sevmektir, hem manevî bir şükürdür. Şu muhabbet, yalnız nefis hesabına olmadığını ve Rahman namına olduğunu gösteren; meşru dairesinde kanaatkârane kazanmak ve mütefekkirane, müteşekkirane yemektir. Cenâb-ı Hakk'ın sana in'am ettiği vücud ile vücuda lâzım olan şeyleri, temlik edemezsin. Yani, Cenâb-ı Hakk senin vücudunu sana senin mülkün ve malın olup istediğin gibi tasarruf etmekliğin için vermemiştir. Ancak o gibi nimetleri, Allah'ın rızasına muvafık olarak tasarruf edilebilirsin. Evet bir misafir, ev sahibinin iznine ve rızasına muvafık olmayacak derecede, yemeklerde ve sair şeylerde israf edemez (8). RESÛLULLAH'IN YEME-İÇME ÂDÂBI Cenâb-ı Hakk yeme hususunda bize belli bir ölçü koymuş mu? Yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz emr-i ilahisindeki israf kelimesini nasıl mânâlandıracağız? Yeme, içme miktarı her devre göre değişir mi? Eğer vücutca geçmiş devirlerde yaşayan insanlardan daha cüsseli isek, daha fazla enerji tüketiyorsak daha fazla yememiz akla uygun olabilir. Ama bunun böyle olmadığını biliyoruz. İsrafın ekonomi sahasında modern tanımı şu şekilde kabul edilmektedir: Ürün veya hizmetlerimize değer katmayan, firmanın ana hedeflerinde ilerlemesine destek olmayan gerçekleştirdiğimiz faaliyetlerin tümü…Bu tanımı insafla okuduğumuzda ve firma kelimesi yerine insanı koyduğumuzda hakîkati arayan fıtratın batıda da hedefi tutturduğu görünmüyor mu? Günümüz tıp sahasında şişmanlık için bir sınır tayin edilmiş ve vücut kitle indeksi denilen belli bir ölçü tanımlanmıştır. Bu mânâda belli ölçülerin üstüne çıkılması belli bir kişi için israfın dışa vurmuş bir yansıması kabul edilebilir. Şöyle bir cümle sarf etsek acaba çok ağır olur mu; maddî şişmanlık manevî şişmanlığın yani nefsin kabarmasının bir neticesi olabilir. Kulağı tersinden göstermek kabilinden batının bu kadar uğraşarak vardığı noktanın daha mükemmeli 1400 sene önce insanlık âlemine İslâm dergisinde neşr edilmiştir. Her şeyin en güzeli şahsında toplanmış olan Resulullah'ın (asm) yeme, içme adabı insan için en uygun olanıdır ve israfın, orta yolun hudutlarını da çizer. Şüphesiz O (asm) her şeyin en mükemmel en ileri noktasını insanlığa göstermiştir. Elbette hedefimiz Ona benzemek olmalıdır. Tam yapamasak da yaklaşmaya gayret etmemiz gerekir. Yoksa kıyasımızı kendi muasırlarımızla yaparsak biribirimizi menfi alışkanlık ve davranışlarda taklit edip körükleme ihtimalimiz vardır. ORUÇ: EN GÜZEL REÇETE Sahabe efendilerimize kıyasladığımızda bugün için birçoğumuz zengin sayılırız. Bir insan nimetler içinde yüzerken ve nefsinin iştahı onu yemeye sevk ederken nasıl kendini frenleyebilir. Metodun bir tanesi ve belki en zor olanı Resulullah'ın (asm) yaptığı gibi dünya malını kendi üzerinde tutmayıp dağıtmaktır. Bunu yapamıyorsak oruç talimini sık yapmalıyız. Dolaplarımız erzak doluyken ilahi emirle nefse dur dedirten oruç, asrımız insanı için en güzel reçetedir. Oruç, nefsi yeme ve içme noktasındaki terbiyede çok tesirli olduğu için belki bir hikmeti de bundandır ki Ramazan ayı dışına da serpiştirilmiştir. Örneğin her ayın 13, 14 ve 15. günlerinde veya Pazartesi, Perşembe günleri tutmak gibi. Ramazan-ı Şerif'teki oruç, nefsin terbiyesine baktığı cihetindeki çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki: Nefis, kendini hür ve serbest ister ve öyle telakki eder. Hattâ mevhum bir rububiyet ve keyfemayeşa hareketi, fıtrî olarak arzu eder. Hadsiz nimetlerle terbiye olunduğunu düşünmek istemiyor. Hususan dünyada servet ve iktidarı da varsa, gaflet dahi yardım etmiş ise; bütün bütün gasıbane, hırsızcasına nimet-i İlahiyeyi hayvan gibi yutar. İşte Ramazan-ı Şerif'te en zenginden en fakire kadar herkesin nefsi anlar ki: Kendisi mâlik değil, memluktür; hür değil, abddir. Emir olunmazsa en âdi ve en rahat şeyi de yapamaz, elini suya uzatamaz diye mevhum rububiyeti kırılır, ubudiyeti takınır, hakikî vazifesi olan şükre girer (9). İsrafın sınırını anlamak için Resulullah'a (sav) kulak verelim, buyurdular ki: Ademoğlu, mideden daha şerli bir kap doldurmaz. Ademoğluna belini doğrultacak birkaç lokmacık yeterlidir. Ancak (nefsinin galebesiyle) illa da (mide doldurma işini) yapacaksa bari onu üçe ayırsın; üçte birini yemeğe, üçte birini suya, üçte birini de nefesine (tahsis etsin, üçte birden fazlasına yemek koymasın). Resulullah (sav) buyurdular ki: Kalbinizi az gülmekle ihya ediniz ve az yemekle temizleyiniz. Zira kalp az yemekle saf ve ince olur. Yemeği doyasıya yemeyiniz ki, kalbinizde marifet ateşi sönmesin ve hikmet nuru gizlenmesin. Çünkü marifet cennet yoludur. Az yemek da marifetin kapısıdır. Kendimizi az yemeğe alıştırmanın diğer bir faydası da şüpheli ve haram yiyecek, içeceklerden korunabilmektir. Mevlânâ Hazretleri şöyle buyuruyor; İlim ve hikmet helal lokmadan doğar; aşk ve rikkat helal lokmadan meydana gelir. Bir lokmadan hasede uğrar, tuzağa düşersen, bir lokmadan bilgisizlik ve gaflet meydana gelirse, sen o lokmayı haram bil! Müslümanlar olarak hem kendimize hem başkalarına faydalı olabilmek, tesir edebilmek için haram lokmadan korunmaya çalışmalıyız. Bunun yollarından biri de az yemektir. İnsan toplumsal bir mahluk olarak yaratılmış. Başarmak için birbirimize muhtacız. Bu meselede de tek kalmamalı birbirimize destek olmalıyız. Menfiyi devamda değil müsbeti inşa ve ihya etmekte birbirimizi kollamalıyız. Allah hepimize gayret ve sabır versin. Kaynaklar:Wardle J. Obesity reviews, 2007; 8: 73-75White M. Obesity reviews, 2007; 8: 99-107Wilding JPH. Obesity reviews, 2007; 8: 137-144Rolls ET. Obesity reviews, 2007; 8: 67-72Varady KA ve ark. Am J Clin Nutr 2007; 86: 7-13Varady ve ark. J Appl Physiol 2007; 103: 547-551Said Nursi, Risale-i Nur, Sözler s.23Said Nursi, Risale-i Nur, Mesnevi s.94Said Nursi, Risale-i Nur, Mektubat-2 s.250 MADDÎ TAVSİYELER 1- Az yağlı yiyecekler tüketin!2- Yağ olarak doymuş yağları tercih etmeyin!3- Lifli gıdaları (sebze, meyve,fındık, ceviz gibi) tercih edin!4- İşlenmiş şekeri az tüketin!5- Öğünlerde çok çeşitten kaçının!6- Yemek hazırlanmasında aşırı lezzetli olmasını hedeflemeyin!7- Yemek porsiyonunun hacmini küçük tutun!8- Dışarıda (lokanta) yemek davranışını asgari düzeyde tutun!9- İkram güzeldir, ancak davetlerimizde birbirimize zarar verecek tarzda aşırıya kaçmayalım!10- Çocuklarınızı reklamların cazibeli etkisinden koruyun!11- İlla üç öğün yiyeceğim diye bir düzeni hedeflemeyin! Acıkmadan yemeyin, hatta bazen acıktığınızda da yemeyi geciktirin. En fazla 2 öğün yeyin, öğün aralarında mümkün olduğu kadar yemekten kaçının!12- Yavaş yiyin!13- Egzersizi hiç ihmal etmeyin! MANEVÎ TAVSİYELER 1- Çok yemek içmekle kalbinizi öldürmeyiniz!2- Az yemek ve içmekle nefsinizle cihat ediniz! Bütün saadetlerin başı nefsin emir altına alınmasıdır.3- İktisad manevî bir şükürdür. Az yemekle nimetlerdeki kıymeti hissedip şükre kapı açın!4- Çok yemek uyku ve gaflet verir. En büyük sermayemiz olan zamanı en iyi değerlendirmek için az yiyelim!5- Evlerinize girerken şeytandan Allah'a sığının! Bu suretle hadisle de sabit olan şeytan ve avanelerinin yemeğinize ortak olmasını önleyebilirsiniz.6- Sofraya oturduğunuzda besmele çekip ne için yemek yediğinizi düşünün; nefsinizi kabartmak için mi, cennet nimetlerinin nümunelerini tadıp şükretmek için mi?7- Az yiyen iktisatlı ve kanaatkar olur. Böylelikle başkalarına yardım hissi uyanır.8- Az yeme taliminde en geçerli disiplin olan orucu (Ramazan ayı dışında nafile olanları da) ihmal etmeyin!

Ender SELİN 01 Ekim
Konu resmiBayram Âdâbı

Yüce Rabbimizin biz kullarına ihsan ettiği lütuf, ikram ve bağışlanmanın bol olduğu iki bayramımız vardır. Biz bu bayramların birincisine IYD-I FITIR (Ramazan Bayramı), ikincisine IYD-I ADHÂ, yani Kurban Bayramı diyoruz. Bu bayramlarımızın da kendine mahsus adapları vardır. 1. Bayramdan önceki arafe gününde bin ihlas okumak. Kim ki Arefe günü bin ihlas Suresini okursa, kendi nefsini Allah'tan satın almış olur. (Feyzü'l-Kadir). Bizim memlekette eskide arefe gününde bin İhlas-ı Şerif okurduk. Ben şimdi bir gün evvel beşyüz ve arefede dahi beşyüz okuyabilirim. Kendine güvenen, birden okuyabilir. (Bedîüzzaman, Şuâlar) 2. Arafe gününde, bayram geldiğinden dolayı gaflete düşmemek, ahireti anmak  ve ahirete gitmiş olan akrabalarımızı da hatırlamak maksadıyla kabir ziyaretinde bulunmak. 3. Bayram gecesinde, mümkün olduğunca zikir, tesbih, tevbe ve istiğfar, dua ile tâatla ihya etmek. Bir hadisde: Bir kimse, bayram gecelerini ihyâ ederse, kalblerin öldüğü günde, onun kalbi ölmez. buyrulmuştur. Diğer bir hadisde Allah, hiçbir günde, Arefe günündeki kadar çok kulu ateşten âzât etmez.  (Müslim) 4. Bayram günü, bayram dolayısıyla gusletmek ve vücudu temizlenmek. 5. Temiz elbise ve çorab giymek. 6. Güzel koku sürünmek. 7. Başı tıraş etmek. 8. Tırnak kesmek. 9. Ramazan Bayramı'nda namaza gitmeden önce bir miktar tatlı bir şey yemek. 10. Bayramda  namaza giderken, Ramazan Bayramı ise gizli, Kurban Bayramı'nda ise açık tekbir getirerek camiye gitmek. 11. Namazdan sonra hem cemaatla, hem akrabalarla  bayramlaşmak. 12. Fakirleri ve çocukları ikram ederek sevindirmek. 13. Büyükleri, fakirleri ve kimsesizleri ziyaret ederek sıla-i rahim yaparak onları sevindirmek. 14.    Küskün olanları barıştırmak. 15.    Ramazan Bayramı'nda oruç tutmamak.

Zeynel Abidin YILDIRIM 01 Ekim
Konu resmiAkleden Bir Kalple Efendimizi Sevmek

www.sonpeygamber.infoMülâkat: Züleyha ÖZDEMİR İnternet modern çağda en kolay iletişim aracı. Hele ilgilendiğiniz alan böyle evrensel bir mesaj, İslâm gibi evrensel bir dinse. Bunu yüz sene önce yapamazdınız. Afrika'ya bu denli hızlı ulaşamazdınız ama bugün bu yolla çok uç noktalara ulaşabiliyorsunuz. Haftalık istatistik raporlarıyla dünyanın neresinden siteye girildiğini görebiliyoruz. Arjantin'den Antartika'dan Jamaika'dan, Hawai'den, Peru'dan, dünyanın her yerinden siteye girişler var. Bu muhteşem bir şey. Günlük yaklaşık 5 bin ziyaretçisi var her gün 5 bin insanın gündemine Peygamber Efendimizi bir yönüyle koyuyoruz. Her şeyin çok ayrı yeri var ama internet hiç ihmal edilmemesi gereken bir alan. Özellikle İslâm hakkında bu kadar ön yargıların olduğu, Peygamberimiz'le ilgili bu kadar olumsuz şeylerin konuşulduğu bir dünyada internet çok etkin bir araç. Peygamber Efendimiz'i akleden bir kalp ile sevmekYaratılmışların en güzeli Hz. Muhammed (sav)'i internet dünyasına taşıyan meridyen destek grubu, hazırladıkları siteyi böyle tanımlıyor. www.sonpeygamber.info adresinden ulaşabileceğiniz sitede Efendimiz'i (asm) her yönüyle incelemek mümkün. Biz de sitenin Genel Yayın Yönetmeni Hümeyra Şahin Hanımefendi'ye konuk olduk. Hem sizler, hem bizler için siteyi daha yakından tanıyalım dedik… sonpeygamber.info'nun yapımına ne zaman başladınız? Geçtiğimiz Eylül ayından itibaren çalışmaya başladık. 6 aylık bir hazırlık döneminden sonra açılışını Kutlu Doğum'da 19 Nisan'da Cemal Reşit Rey salonunda bir gala ile yaptık. 5-6 aydır yayında olan bir site yani. Sitede ne gibi çalışmalarınız var? En öz şekliyle, sitenin amacı Peygamber Efendimiz'i (sav) bütün dünyaya anlatabilmek. Bunu yaparken sadece peygamberliği ya da sadece insani yönüyle değil, O'nu her yönüyle ele alabilmek. Tarihe ne şekilde mâl olmuş, edebiyata ne şekilde mâl olmuş, musikide ne şekilde peygamber sevgisinin yansımaları olmuş. Bunları ortaya çıkarabilmek. Peygamber Efendimiz'le (sav) ilgili bir başvuru adresi ve akla gelen ilk adres olmak. Böyle bir hedefimiz var inşallah. Bütün dünyada Hz Muhammed'le ilgili bir bilgiye ulaşmak isteyen insanların ilk gireceği adresin sonpeygamber.info olmasını istiyoruz. Bu amaçla sitemiz şimdilik üç dilde yayın yapıyor. Türkçe, İngilizce ve Rusça. Türkçe, dilimiz olduğu için; İngilizce yaygın bir dil olduğu için; Rusça da çok geniş bir coğrafyada konuşulduğu ve o coğrafya bu tür bilgilere daha aç olduğu için böyle bir tercih yaptık. Amacımız ilerleyen dönemlerde Çince, İspanyolca gibi etkin kullanılan dillerde de yayın yapabilmek Sitenin çıkış hikâyesi nedir? Batıdaki karikatür krizinden sonra şöyle bir empati yaptık; Batıda bütün basın-yayın organlarında İslâm peygamberiyle ilgili çeşitli iddialar, art niyetli ve saygı sınırlarını aşan söylemler var. Her hangi bir batılı Peygamber Efendimiz'i (sav) merak etseydi Üzerine fırtınalar koparılan bu insan kim? dediğinde yapacağı ilk iş internete girmek olacaktı. İnternete giren bir insan bakalım ne görebiliyor. Ve hakikaten gördük ki Efendimiz'le ilgili pek çok site var. Fakat her açıdan doyurucu ve onun çevresinde gelişen kültürel, sanatsal her türlü etkinliğin yer aldığı bir adres yok. Çeşitli siteler var, onu sadece duygu boyutuyla ele alıyorlar: Peygamberimizi sevelim. Ama o sevginin arkasında onu neden sevdiğimizi bilmek çok önemli. Hep şunu söyleriz Akleden bir kalple sevmek. Bu çok değerli bir şey, çünkü İslâm dünyasında herkes çocukluktan itibaren bir peygamber sevgisiyle doluyor. Fakat onu neden sevdiğini bilmek en değerli şey. Çeşitli İslâm siteleri var fakat bunların içerisinde peygamberliğe bir köşe veriliyor. Biz çerçevemizi çok net çizdik, sitenin bütün içeriği Peygamber Efendimiz'le (sav) ilgili olmalıydı. Biz bir İslâm portalı, İslâm'ı anlatan bir portal değiliz; Hz Peygamber'i (sav) anlatan bir portalız. O'nu anlatmak da İslâmiyet'i anlatmak değil midir? Tabii ki; zaten birbirinden ayıramazsınız. İslâm'ın anlaşılmasında en önemli bireydir Peygamber Efendimiz. Dolaylı olarak da İslâm'ın anlaşılmasına hizmet oluyor. Akleden bir kalp ile sevmek demek, ilme başvurmayı gerektirdi. Akademik dünya ve ilahiyat fakültelerinde üretilen bilgilerin başvurabileceğimiz en önemli adres olduğunu düşündük. Türkiye'deki ilahiyat fakültelerinden hocalarla nasıl bir içerik oluşturalım anlamında istişare ettik. Onlardan aldığımız tavsiyeler ve destekler doğrultusunda bir içerik oluştu. Peygamberimizin sosyal hayatından peygamberliğine, onun çevresinde genişleyen sahabelerden onun şemailine, her özelliğine dair bilgiler sunmayı hedefleyen bir site oluştu. Çıkış sebebimiz her ne kadar karikatür krizi gibi görünse de sonpeygamber.info'nun varlık nedenini böyle tepkisel bir cevaba indirgemek doğru olmaz. Tepkisel bir sebebe dayandırırsanız, hep birilerine cevap vermekle meşgul olursunuz. Hâlbuki biz kendi gündemimizi oluşturmak istiyoruz. Son zamanda İsveç'te de bir karikatür krizi yaşandı. Bunlar aslında dünyada Peygamber Efendimiz'in tanınması için vesile de olabiliyor. Elbette biz çok üzülüyoruz ama inşallah onun daha iyi tanınmasına vesile oluyordur. Ama daha iyi tanıtacak faaliyetlerin olması, bu boşluğun doldurulması gerekiyor. Bu anlamda küçük bir katkıda bulunduğumuzu düşünüyoruz. Karikatür krizi sadece bu alandaki boşluğu fark etmemize neden oldu. Ekibinizi nasıl oluşturdunuz? Sonpeygamber.info Meridyen Destek Derneği'nin çatısı altında yapılan bir faaliyet. Meridyen, sosyal bilimlere destek olmak amacıyla kurulmuş bir dernek. Bizim her şeyi kritik edebilen, her konuya yeni bir refleks geliştirebilen, sosyal kapasitesi çok iyi gelişmiş insanlara ihtiyacımız var. Sosyal bilimlerin özendirilmesine çalışıyor, bu alanda çalışma yapan insanlara destek olunmasını çok önemsiyoruz. Asıl ilgi alanı sosyal bilimler olan Meridyen Destek Derneği, bu tip konulara ilgi duyan sosyal yönden hassasiyetleri olan insanlardan oluşuyor. Üniversite sonrası master, doktora düzeyinde akademik çalışmalar yapan ve kendi birikimlerini bir şekilde aynı havuzda buluşturmak isteyen insanlardan oluşuyor. Sosyal bilimlere destek olmak için kurulmuş bir dernek neden böyle bir portal yapıyor diye sorulabilir. Akademik dünyada üretilen bilginin topluma doğru şekilde yansıtılmasını çok önemsiyoruz. Meridyen, bir anlamda o dünyada üretilen bilgiyi de topluma taşıyacak platformlar hazırlamak istiyor. Sonpeygamber.info bir yönüyle ilahiyat birikimlerini halkla buluşturacak bir platform oldu . Bilgi kaynağı olarak ilahiyat fakültelerinden besleniyorsunuz. Kaynak olarak Risâle-i Nur ‘dan da yararlandınız mı? Ya da yararlanmayı düşünüyor musunuz? Bu sitenin ilk çıkış noktası akademik dünyadaki klasik birikimi insanlara aktarabilmek. Bunu yaparken de İslâm dünyasının bütün zenginliklerinden istifade etmek. Sitenin içeriğini oluşturmaya başladığımız ilk 6 aylık süre içinde Peygamberimiz için ilahiyat fakültelerinde veya onun dışında ne tür çalışmalar yapılmış diye İSAM Vakfı'nın kütüphanesinde ciddi bir literatür çalışması yaptık. İslâm dünyasındaki Risâle-i Nur gibi zenginliklerden de istifade edeceğiz. Şu anda direkt olarak Risâle-i Nur'dan bölümler sitede yer almıyor ama benim çok önemsediğim bir proje bu. Artık İslâm klasikleri diyebileceğimiz vazgeçilmez olmuş bu tür eserlerden de Peygamberimiz'le ilgili bölümler sitede yer almalıdır. Risâle-i Nur'dan da Mucizat-ı Ahmediyye gibi Peygamber Efendimiz'i anlatan bölümleri orijinal halleriyle koymak istiyoruz. Peygamberi İslâm'dan veya İslâm'ı anlatan kitaplardan tümüyle çekip çıkaramazsınız. Ama özellikle Peygamber Efendimiz'le ilgili bölümleri koymak ve daha sonra da onun üzerinde yorumların yapılabileceği bir köşe de açmak istiyoruz. İbn-i Arabî'den tutun Mevlana'ya, Yunus Emre'ye pek çok İslâm klasiğini de bu çerçevede koyacağız. İslâm dünyasındaki bütün mozaiklere, bütün renklere ve bütün yorumlara, mutedil ve sağlam olması kaydıyla, bu sitede yer verilmesi amacımız. Hatta biz sadece Efendimiz'le ilgili yayın yapan bir site olmak istemiyoruz; bu sitenin henüz bu alanda yapılmamış çalışmalara da vesile olmasını istiyoruz. İslâm klasikleri diyebileceğimiz bu tür eserlerdeki Peygamberimiz'le ilgili değerlendirmeler bir tez konusudur. Risâle-i Nur'da Peygamber Efendimiz nasıl anlatılıyor? bu bir tez konusudur. Bu tip çalışmalara da vesile olmak istiyoruz. Peygamberimiz'le ilgili musikide sadece Türkiye'de değil Mısır'da, Suriye'de ve bütün İslâm dünyasında çok farklı tarzlar ve formlar doğmuş. Mesela mevlid, miraciye ve tefşidler var. Bütün bu arşivi de toplamak için çalışıyoruz. Yapılmamış projelere de bu sitenin ev sahipliği yapmasını istiyoruz. İnternetin tebliğ unsuru olarak kullanılmasına nasıl bakıyorsunuz? Bir nevi tebliğ yapıyorsunuz İnternet modern çağda en kolay iletişim aracı. Hele ilgilendiğiniz alan böyle evrensel bir mesaj, İslâm gibi evrensel bir dinse. Bunu yüz sene önce yapamazdınız. Afrika'ya bu denli hızlı ulaşamazdınız ama bugün bu yolla çok uç noktalara ulaşabiliyorsunuz. Haftalık istatistik raporlarıyla dünyanın neresinden siteye girildiğini görebiliyoruz. Arjantin'den Antartika'dan Jamaika'dan, Hawai'den, Peru'dan, dünyanın her yerinden siteye girişler var. Bu muhteşem bir şey. Günlük yaklaşık 5 bin ziyaretçisi var her gün 5 bin insanın gündemine Peygamber Efendimizi bir yönüyle koyuyoruz. Her şeyin çok ayrı yeri var ama internet hiç ihmal edilmemesi gereken bir alan. Özellikle İslâm hakkında bu kadar ön yargıların olduğu, Peygamberimiz'le ilgili bu kadar olumsuz şeylerin konuşulduğu bir dünyada internet çok etkin bir araç. Bundan sonra değişik planlarınız var mı? Hadis ve sîret ödülleri projesi en yakın projemiz. Geleneksel hale getirmek istediğimiz ve her yıl kutlu doğum haftasında bir programla vermek istediğimiz bir ödül belirledik. Bu sene sadece Türkiye'de hadis ve sîret alanında yapılmış master ve doktora tezlerine ödül verilecek. Bu konuda yetişmiş güçlü bir jürimiz var. Bu, gelecek yıl bir edebiyat eserine olabilir. Efendimizi anlatan farklı ve şekillendirilebilir bir proje. Bu çok önemli bir proje, burada da amacımız bu alanda yapılan çalışmaları daha nitelikli hale getirebilmek ve nitelikli çalışmaları ödüllendirmek. Biz de bu sayede dünyanın çeşitli yerlerinde faaliyetlere katılıyoruz. Dün Tataristan'ın başkenti Kazan'dan döndük. Tataristan, Rusya federasyonu içinde özerk bir cumhuriyet. Bin yıllık şehir Kazan'da Rusça sayfamızın açılışını yaptık. Özellikle Rusya'daki İslâm üzerinde ciddi bir etkisi var. Sadece Türkiye'den çıkan bir site olarak, yerel kalmak değil; farklı kültürlerdeki peygamber algısını da bir araya getirmek istiyoruz. Türk kültürüne has bir mevlid usulü var. Ama bir Afrika'daki mevlid nasıldır? Tatarlar peygamber sevgisini ne şekilde yansıtıyorlar? Bu gibi kültürel etkinlikleri de bir araya getirmek istiyoruz. Dünyaya açıldığınıza göre tepkileri de muhakkak izliyorsunuzdur. Oradaki tepkiler ve değerlendirmeler nasıl? En büyük taleplerden birisi farklı yerlerden farklı dil talepleri. Mesela Tataristan'da konuşulan resmi dil Rusça olmasına rağmen neden Tatarca yayın yapmıyorsunuz diyenler çok oldu. Bize yeni bir iş daha çıktı. Hatta oranın Diyanet İşleri, Müsaade ederseniz biz Tatarca'ya çevirelim şeklinde bir teklifte bulundu. Peygamber Efendimiz'e yapılan bu saldırılardan sonra başka insanlara nasıl doğru cevaplar verebileceklerini bilmek istiyorlar. Bu noktada da internet önemli bir bilgi kaynağı. Sitenin bir yanı da, ansiklopedik bir bilgi kaynağı olması. İnsanlara cevap üretebilme manasında hizmet ettiğini de düşünüyoruz. Ulaşmak istediğimiz haberler; dünyada peygamberimizle ilgili hangi kitaplar çıkıyor? Hangi konferanslar yapılıyor? İlmi çalışmalar nelerdir? Gönlümüz iyi şeylerin takibini yapmakta, ama olumsuz pek çok hadise var ve onların oluşturduğu gündeme göre bir yayın politikası yürütmek istemiyoruz. Biz kendi gündemimizi oluşturmak istiyoruz. Biz bir gündem oluşturalım, onlar bizi haber yapsınlar. İsveç'teki son karikatür krizini haber bile yapmak içimizden gelmedi. Çünkü siz onların gündeminin rüzgârına kapılıyorsunuz doğru bir şey değil. Kınamaktan öte bir şey yapmadık. Ama biz çalışmaya devam ediyoruz. Vereceğiniz anlık tepkilerin pek önemi yok, biz kalıcılıktan yanayız. Bu alanda yapılacak çalışmalara ödül vererek ve farklı usüllerle destekleyerek çok daha kalıcı bir cevap vermiş olursunuz. Sitedeki çocuk bölümü hakkında neler söyleyebilirsiniz? Çocuk bölümü de başlı başına bir site olabilir. Bir yolculuk teması var ve Peygamber Efendimiz'in hayatına yolculuk yapılıyor. Çocuk onun bütün hayatını öğreniyor. Yolculuk sırasında yorulunca mola veriyor. Peygamber Efendimiz'le ilgili bir film izliyor. Yarışmalar var, İslâmi terimleri öğrenebileceği ansiklopediler var. Çocuklardan gelen mail sayısı 3 bine yaklaştı. Çocuklar hakikaten böyle bir şeye en muhtaç varlıklar. Her çocuk internet kullanıyor ve e-mail adresi olmayan çocuk yok gibi. O anlamda da bir boşluğu dolduruyor. Yolculuk temasında; İslâm kültüründe dünya hayatı bir misafirhane ve insan da bir yolcudur esprisinden yola çıkıldı. Yani kültürümüzle de örtüşüyor. Sitenin görselliğini de çok önemsiyoruz. Birçok web sitesinde böylesi görsellik göremeyebilirsiniz. Görüntüyü tümüyle düşünen bir dünya var artık. Böyle bir dünyada görselliği ihmal edemezsiniz. Bu manada Müslümanların dikkat etmesi gereken şeylerden bir tanesi de hassasiyetleri koruyarak o boşluğu doldurabilmek olmalı. Sitenin tasarımını da ödüllü bir tasarımcıya yaptırdık. Emrah Yücel ciddi ödülleri olan, alanında çok iyi bir tasarımcı. İslâm'ın çok estetik bir sanat ruhu da var. Bugün İslâm dünyasının geldiği noktada çok olumsuz bir manzara görüyorsunuz ama bu da çağı takip eden bir gelişim. Hassasiyetleri kaybetmeden bu çağda yaşayabilmenin derdini çeken çok önemli bir kitle de var.

Züleyha ÖZDEMİR 01 Ekim
Konu resmiŞevval Ayının Getirdikleri

Bedîüzzaman Hazretleri Mektubât isimli eserinde şöyle der: Ramazan-ı Şerif, âdeta bir âhiret ticareti için gayet kârlı bir meşher, bir pazardır. Ve uhrevî hâsılat için gayet mümbit bir zemindir. Ve neşv ü nemâ-i a'mal için, bahardaki mâ-i nisandır. Saltanat-ı rububiyet-i ilâhiyeye karşı ubudiyet-i beşeriyenin resm-i geçit yapmasına en parlak, kudsî bir bayram hükmündedir. Ve öyle olduğundan, yemek içmek gibi nefsin gafletle hayvani hâcâtına ve mâlâyâni ve hevâperestane müştehiyâta girmemek için, oruçla mükellef olmuş Evet, insanlık bu sergiden âhiret için gerekli olan levazımatı almış, kârlı bir iş yapmıştır. Öyle verimli bir ay ki Ramazan ayı; bir hasene bazen on, bazen yüz, bazen de bin sevap olarak bizlere veriliyor. Amellerimizin değerleri bir anda nisan yağmurlarıyla beslenip büyüyen nebat gibi bin olup bizlere geri dönüyor. Rabbimize karşı göstermiş olduğumuz itaatle âdetâ resm-i geçit yapan neferler hükmündeyiz. Bu itaatin ve ticaretin karşılığı olarak Cenâb-ı Hakk Şevval ayının ilk üç gününü bayram olarak bizlere tahsis etmiştir. İşte burada ehl-i imanın ekserisi bu bayram ayını (Şevval) adeta görevden terhis olmuş bir asker gibi telakki edip, kulluk görevlerinin çoğunu Ramazan ayında bırakıp Şevval ayında ataletin esiri olmuş bir vaziyette hayatını devam etmeye meyledebiliyor. Hâlbuki böyle olmamalı; çünkü Şevval ayı, Müslüman için Ramazanda temeli atılmış olan kulluk şuurunun artarak devam eden bir ay olmalıdır. Çünkü Ebu Eyyub-el Ensarî'den rivâyet edilen bir hadiste Resul-i Ekrem (asm) Kim Ramazan ayında oruç tutar, sonra da Şevval ayından altı gün oruç tutarsa bütün seneyi oruçlu geçirmiş gibi olur. (1) buyurmuştur. Bir başka hadiste Resul-ü Ekrem (asm) şöyle buyurmuştur. Kim Ramazan ve Şevval ayını oruçlu geçirir ve pazartesi, perşembe günleri de oruç tutarsa cennete girer. (2) Burada, Ramazan ayı orucu ile Şevval ayının altı günlük orucunun bütün bir yılı oruçlu geçirmeye vesile olmasının sırrı, hikmeti hususunda ise Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: Ramazan ayında oruç tutmak, on ayın orucuna denktir. Şevval ayında altı gün oruç tutmak da iki aya denktir. Bunların toplamı ise seneyi tamamlar. (3) Hadislerdende anlaşılacağı üzere Şevval ayı bütün bir yılın nurlanmasına sebeb olabilecek bir aydır. Hem bu noktada çok büyük bir avantajımız da var. Şöyle ki: Ramazan ayında nefsimizi mâlâyâni şeylerden temizleyip dizginlenmiş bir durumdayız. Bu hâldeki bir nefsi istediğimiz cihete döndürmemiz daha kolay olacaktır. Öyle ise gelin hep beraber bu ayı asıl bayramımız olan âhiret bayramı için bir fırsat bilelim ve bunun için bir birbirimize duâ edelim. Kaynaklar:Müslim, Sıyam 204; Tirmizi, Savm 53Ahmet, Müsned 3/416Ahmed, Müsned,5/280

Tevfik AKSOY 01 Ekim